ERZİNCAN SANCAĞI

HAYATTA KALAN YEĞYA TOROSYAN’IN, ERZİNCAN ŞEHRİNİN TEHCİ­RİYLE İLGİLİ TANIKLIĞI

Yeğya Torosyan’ın hikâyesi:

60 yaşında, zanaatkâr olarak serbest bırakılmış, sonra Kürtlere sığınmış.

Seferberlik

21 Haziran 1914’te Türkiye nüfusunun seferberliği başladı, erkekler­den 20-45 yaşındakilere askere yazılma emri geldi.

Bu arada ben ailemle Mamahatun’daydım; annem, karım ve biri 8 yaşında, diğeri ise 2 yaşında iki oğlum ve 5 yaşında bir kızım vardı. 25 koyunum ve 2 ineğim vardı. Mesleğim terzilikti. Ben de askere yazıldım ve iki güne kadar, askerî atölyede çalışmak için Yereza’ya (Erzincan) gidecektim.

Gidiş

Annem ve karım, bir gün öncesinde unu gözyaşlarıyla kararak erzakımızı hazırladılar.

1 Ağustos’ta tüm evler, daha ayrılmadan yas içindeydi, felaketi görmeden neticeyi biliyorlardı. 400 hane içinde Ermeniler sadece 15 haney­di. Kadınlar, hepsi de yeni evli, zavallı kadınları kime bıraksınlar? Onları kim besleyecek, onlara kim bakacak?

Günün birinde, kılıç ellerinde bizi ocağımızdan dışarı attılar. Yanı­mızda beyaz torbalarımız vardı, içinde erzakımızla. Geride kalan çocuk­ların haykırışı, zavallı annelerimizin acılı gözyaşları, yeni gelinlerin hıç­kırığı bizi hepten mahvetti. Gitmeliydik, çünkü tehdit ediyorlardı. Son kez vedalaşıp gittik.

İlk gece, Bay Mambre’ye misafir olduk, aziz evimizden ilk defa ayrılıyorduk. İstirahat ettikten sonra, ertesi günü yolumuza devam ettik. Ondan sonraki gün başka bir köye gittik, orada da iyi karşılandık. Ertesi günü bizi bir hana götürdüler ve artık hapis kalacağımızı, kurtuluşun ol­madığını hissettik. Ertesi günü Yerzınka’ya girecektik.

Yerzınka. Güneşin kararması

Cuma günüydü, saat 9’da, 15 arkadaşla birlikte Erzincan’a girdik. Henüz şok durumundaydık, güneş karardı ve biz arkadaşlarla birbirimizi kaybettik. Güneşin yerine yıldızlar parlamaya başladı. Bu durum 15 dakika sürdü ve giderek aydınlanmaya başladı. Arkadaşlarla birlikte top­luca dostumuzun evine gittik ve dinlendik. Ertesi günü kayda gittik, 35. Bölüğe kaydoldum. Atölyemiz, tabakhaneydi.

Tabakhane

Erzincan’ın güney tarafında, 20 dakika uzaklıkta, tabakhane olarak anılan atölye vardı. 800 kişiden oluşuyordu. 16 oda, iki müdür ve bir bin­başı vardı, diğerleri işçiydi. 24 saatin 16’sında çalışma mecburiyeti vardı; kısa günlerin eksikliği geceleri dolduruluyordu.

Atölyeden çıkmak kesinlikle yasaktı, çalışma esnasında sadece bir­kaç dakikamız vardı dışarı çıkmak için, geç döndüklerinde korkunç ceza ve dayak vardı, çalışanlar da bunu bildiklerinden tam zamanında orada bulunmaya çalışıyorlardı. Sadece Yeriza’nın yerlisi olanlara, işlerini bi­tirdikten sonra, uyumak için evlerine gitme emri verilmişti, sabah tam saatinde işlerinin başında olma şartıyla, yoksa dayak yiyeceklerdi. Biri hastalanıp “hastayım” deseydi, korkunç bir şekilde dövüyor ve daha kö­tüleşmiş bir şekilde hastaneye gönderiyorlardı ve birkaç gün sonra ölüm haberi geliyordu. Bu yüzden, bu acımasızca çalışma ve dayaklardan kur­tulmanın tek yolu ölümdü.

Büyük bit hastalığı: Tifüs

1914 Aralık ayı sonunda, Türkler muzaffer ordularıyla Kafkasya’ya saldırdı. Rusların oyunu, Sarıkamış’ta Türklerin başarısızlığını getirdi, rezil bir şekilde geri çekilmeye başladılar. Bu öyle bir ricattı ki, tüm geri çekilen orduyu yaralı ve hasta [etti].

Bu durum aylar sürdü. Erzincan’ın tüm resmî ve büyük binalarını da hastaneye çevirdiler. Sari Kamiş’ten (Sarıkamış) Karin’e (Erzurum), Karin’den Mamakhatun’a, oradan da Yerzınka, Yerzınka’dan Sebastia. Bu şekilde, tüm yolun üstünde bir hat üzerinde, birbirinden ikişer saat uzaklıkta hastaneler kuruldu.

Aralık 1914’ten Mart 1915’e kadar, yolun iki yanı, Sari Kamiş’ten Sivas’a kadar ceset doluydu. Cesetler çok olduğundan dolayı gömmekten bıkmış, vahşi kuşlara ve hayvanlara yem olmaları için dışarıda üst üste diziyorlardı. Yerzınka hastanelerinde, günde 30-100 kişi ölüyordu. Has­talığın mikrobu bitti, siyah ve büyük bir böcek, o kadar hızlı ürüyordu ki, üç günlük hasta bitten boğuluyordu. Vücudun farklı yerlerinde bulunan bitler, hastanın kalbi üzerinde toplanıp, oradan da ağzına hücum ediyor ve hasta bundan soluğu kesilerek ölüyordu. Türkler arasında daha çok yayıl­dı, öyle ki, Yerzınka bölgesinde 3.500 kişi öldü, Karin bölgesinde 7.000. Yolda karlar içine düşüp ölenlerin sayısı ise, en az 50.000 [kişiydi]. Örne­ğin, tabakhane çalışanları eylülde 800 kişiydi, martta ise 235 kişi kaldık.

Türk, mecburen yeni bir seferberlik başlattı, askerler bitmişti ve 17­-18 ile 19-20 yaşındakiler asker olacak diye tellal çağrıldı.

Çete

Türkiye hapishaneleri, on beş yıldır, her türlü hırsız, katil ve caniyle dolmuştu, fakat Ermenilerin tehciri esnasında bunlar serbest bırakıldı ve caniliklerini gerçekleştirmek için hürriyet verildi. Hükümet onlara silah ve elbise verdi. Ermeniler, bu çetelen neden serbest bıraktılar, mutlaka Ermenilere karşı bir takibat var, diye şüphelendiler. Tüm Ermeni gençleri Türkiye’nin elindeydi. Türkler bu planlarını Alman hükümetinden aldı.

Ermeni gönüllüler, gruplar halinde Rus ordusuyla yardıma geldikle­rinde, Türkler sonlarının yaklaştığını biliyordu. Kendi ölümünden sonra Ermeni güçlenecektir. Bu durumu hazmedemedi ve Ermeni’yi ortadan kaldırmaya çalıştı. 1 Şubat 1915’te faaliyete başladı. Önce tüm aydın, tüccar sınıfını elden geçirdi ve önde gelen devlet memurlarını [görev­lerinden] aldı, mallarına el koydu, ondan sonra da devrimcileri gizlice öldürtüyordu.

Günün birinde de görevliler gitti ve akşam dönmedi ve cevap ola­rak, “Onlar fesattı, bu yüzden başka yere sürgün ettik”, dediler. Halbuki iki gün sonra cesetleri Yeprat’ın kıyılarında görülmüştü. Kısa süre sonra tüm köyler çetelerle doldu. Yerzınka ve çevresine 30.000 asker ve 10.000 çete doldu; yağmalamaya, vurmaya, tecavüz etmeye başladılar. Gençleri tutup hapse atıyor, iki gün geçtikten sonra öldürüyorlardı. Öğlende onlara ekmek ve elbise götürdüklerinde orda olmayınca “Onları Sansar’a yol­ladık, birkaç gün sonra mektup alırsınız”, diyorlardı. Bu Sansar Vadisi 15.000   Ermeni gencinin mezbahası oldu.

EMA,fon 227, liste 1, dosya 415, yapraklar 71-79, orijinal, el yazısı.