Bu belgenin hazırlanmasını teşvik eden şey neydi? Her şeyden önce 26 Eylül 1999 Ulucanlar Cezaevi Katliamı ve sonuçlarıydı. Bu katliam, kana susamış Türk yönetici sınıflarının ve uşaklarının, tüm muhalefet ve protesto eylemlerine rağmen, tüm siyasi tutsakları sözde F-Tipi cezaevleri denilen yüksek güvenlikli tecrit hücrelerine atmakta ısrar ettikleri gerçeğine bir kez daha ışık tuttu.[I] Siyasi tutsakların ve akrabalarının, dostlarının ve destekçilerinin ve insan hakları aktivistlerinin Türk ve uluslararası ilerici kamuoyunu aydınlatmak ve harekete geçirmek için neredeyse kesintisiz bir kampanya yürütmelerinin nedeni buydu. Türk makamlarının siyasi tutsakların akraba ve destekçileri üzerinde uyguladığı acımasız baskının, özel olarak siyasi tutsaklara, genel olarak da işçilere ve diğer emekçilere uyguladıkları beyaz terörün mantıksal bir uzantısı olduğunun altı çizilmelidir. Siyasi tutsakları tecrit etme, yavaşça ve sessizce öldürme ve kişiliklerini ezme girişimlerine karşı barışçıl bir şekilde itiraz eden insanlar, defalarca saldırıya uğradılar, dövüldüler, tutuklanıp işkence gördüler.
Bu kitabın hazırlanmasına yol açan ikinci neden, yazarın toplumumuzda hüküm süren, siyasi tutsakların ve akrabalarının yıllardır yaşadıklarıyla ilgili amnezi durumuna yönelik kaygısıdır.
Bu bellek yitiminin Türk toplumunun özel bir niteliği olmadığı vurgulanmalıdır; tersine, çağımızda bu, temelde, ileri kapitalist ülkelerdeki emperyalist burjuvazi ve dünyanın diğer bölgelerindeki ikince derece yönetici sınıflar tarafından az ya da çok sistematik olarak teşvik edilir. Maddi üretim araçları üzerinde tam kontrole sahip olanlar, entelektüel üretim araçları üzerinde de neredeyse tam kontrole sahiptirler. Dahası, tarih boyunca, sömürülen ve ezilen kitlelerin tarihsel deneyim bilgilerinin ve kolektif hafızasının yitimi ya da daha ziyade kasıtlı olarak çarpıtılması ve/veya tahrip edilmesi, tiranların ve yönetici sınıfların elindeki en etkili silah olmuştur. Ne yazık ki, bu bellek yitimi, ülkemizde bizzat siyasi tutsaklar ve destekçileri arasında bile, daha az ölçüde olsa da hüküm sürmektedir. Türkiye tarihinin bu, özellikle kirli ve kanlı bölümü mutlaka kayıt altına alınmalı ve asla unutulmamalıdır. Dolayısıyla, bu çalışma bu yönde mütevazı bir girişim olarak da değerlendirilmelidir. Elinizdeki kitap, Mayıs 2000’de hazırlanan ilk taslağın büyük ölçüde genişletilmiş bir versiyonudur.
Yazarın kendisinin eski bir siyasi tutuklu olması, Türk polisinin, askerlerinin ve gardiyanların zulmünü iyi bilmesi, bu kitabın hazırlanmasını kolaylaştıran bir başka faktör sayılabilir.
Bu kitabın ilk taslağının hazırlanmasından yaklaşık iki ay sonra, başka bir zindanda 26 Eylül 1999 tarihli Ulucanlar Katliamı’nın biraz daha küçük bir tekrarı yaşandı. 5 Temmuz 2000 tarihinde, Konya İl Jandarma Alayından özel eğitimli Türk askerleri, Özel Timler ve gardiyanlar, Burdur E-Tipi Cezaevi’nde siyasi tutsaklara mahkemeye çıkarmaya çalışmak bahanesiyle saldırdılar. İddiaya göre, “güvenlik” güçleri, duruşmalara katılmayı reddeden siyasi tutsaklara karşı bir operasyon düzenlemek zorunda kalmışları. Elbette durum böyle değildi. Gerçek, ister mahkeme, ister hastane, herhangi bir yere götürüldüklerinde, askerlerce sistematik olarak ve cebren soyulmuş ve dövülmüş oldukları ve bunun dönüş yolunda da tekrarlandığı idi. Bu nedenle, bu insanlık dışı davranış tartının sona ermesine yönelik kesin güvenceler talep etmekteydiler. Bu güvenceler, cezaevi otoritelerince verilmiyordu; onlar, tam tersine, uzun bir süredir mahkûmlarla bir çatışma başlatmaya çalışıyorlardı. Doğal olarak, yönetici sınıfların uşakları kendi inisiyatifleriyle hareket etmiyorlardı; siyasi tutsaklara F-Tipi tecrit zindanları sistemini dayatma girişiminde faşist diktatörlüğün bir tür öncü gücü olarak hizmet ediyorlardı. Bu nedenle, kamuoyunu aldatmak, “terörist mahkûmların” her zaman öfkeli olduklarını “kanıtlamak” ve kitleleri, onların her zaman sorun çıkardıklarına ve cezaevlerinin güvenliğini tehlikeye düşürdüklerine “ikna etmek” için materyal sağlamak zorundaydılar.
Burdur zindanındaki siyasi tutsaklar bir süredir böyle bir saldırı bekliyorlardı. O uğursuz günde faşist diktatörlüğün uşaklarının canice niyetlerini anlayınca, kendi bölümlerine girmelerini engelleyip derhal barikatlar kurmuşlardı. Saldırganlar ağır iş makineleri getirdiler ve cezaevi koğuşlarının duvarlarını yıkmaya başladılar. Bu planlı operasyon için iyi hazırlanmışlardı. Copları, sopaları ve diğer sıradan şiddet ve işkence araçlarını kullanmakla yetinmeyerek, devrimci mahkûmlara karşı göz yaşartıcı gaz kapsülleri, kimyasal köpük, ateşli silahlar, alev makinası ve çeşitli bombalar kullandılar. Burdur Valisi Kaya Uyar ve bir Türk general de silahsız siyasi tutsaklara karşı yüzlerce elit askerin bu “kahramanca başarısı” sırasında hazır bulundu. Gün boyunca 61 siyasi tutsak, rejimin silahlı haydutlarıyla çıplak elleriyle dövüştü ve saldırının yoğunluğu karşısında adım adım geri çekilmek zorunda kaldı. Mahpuslar, sabah 8:00’den gece yarısına kadar on altı saatlik bir süre boyunca düşmanın ezici gücüne direnebildiler. Saldırıda 61 mahpusun neredeyse tümü, çoğu ağır olmak üzere yaralandı. Saldırıya uğrayanların hiçbirinin ölmemesi bir tür mucizeydi. Ağır yaralılar arasında MLKP’den Veli Saçılık ve DHKP-C’den Sadık Türk de vardı. Saçılık’ın kolu, “güvenlik” güçlerinin ağır iş makinasıyla koğuşun duvarını yıkmaya çalıştıkları sırada dirseğinden kopmuştu ve Türk’ün kafatası da isabet eden gaz bombasıyla delinmişti. Veli Saçılık’ın kopan kolu daha sonra Burdur’un bir ilçesinde başıboş bir köpekle birlikte bulunacaktı. Yaralı siyasi tutsakların adları: Asiye Güden, Ali Mitil, Hüseyin Kilit, Yunus Aydemir, İnayet Kandemir, Halil Tiryaki, Yusuf Demir, Hüseyin Bulut, Kazım Ceylan, Fiahin Geçit, Birsen Dermanlı, Cem Şahin, Ali Osman Çöpel, Tuncay Yıldırım, Necla Çomak, Fikret Lüle, Veysel Yağan, Kemal Denli, Yılmaz Babatümgöz, Hüsne Davran, Mürüvvet Küçük, Ayten Yıldırım, Yusuf Timur, Özgür Kılıç, Gönül Aslan, İbrahim Bozay, Hakan Baran, Ali Aslan, Yaşar Çavuş, Ali Ayçan, Hüseyin Ali Günay, Selahattin Hıra, Mustafa Hıra, Mehmet Leylek,
Hülya Turunç, Nuray Özçelik, Makbule Akdeniz, Osman Özaslan, Hüseyin Tiryaki, Feryal Demiran, Sibel Özcan.
Ağır yaralananların bir kısmıysa zincirli olarak ve gözetim altında hastaneye kaldırıldı. Ancak yaralı siyasi tutsaklar, hem hastaneye nakledilmeleri sırasında, hem de hastanede doktorların önlerinde, hatta bazı hallerde onların yardımlarıyla dövüldükleri için tedaviyi reddettiler! Bu nedenle ertesi gün tekrar cezaevine geri getirilip hücrelere atıldılar; burada dövülmeye ve işkence görmeye devam ettiler. Gardiyanlar da kadın siyasi tutsaklara cinsel saldırıda bulundular ve en az ikisine (A. Arzu Torun ve Mürüvvet Küçük) tecavüz etmeye çalıştılar. 10 Temmuz’da hücrelere atılan on sekiz siyasi tutsak başka zindanlara transfer edildi. Yolda kendilerine su ve yiyecek verilmedi; tuvalet ihtiyaçları karşılanmadı ve dışarıdan çok az hava alan son derece sıkışık cezaevi minibüslerinde transferleri sırasında hep kelepçeli tutuldular. Çoğu, yeni meskenlerine geldikten sonra yoldaşlarının yanma alınmadan önce bir kez daha dövüldü. Aralarından özellikle, Ulucanlar Katliamı gazisi TKP/M-L’den Cemal Çakmak, Bursa Cezaevi’ne geldiğinde gardiyanlar tarafından çok ağır dövülmüştü; bu acımasız dayak sonucunda bir kolundaki ve bacaklarındaki kemiklerin bir kısmı kırılmıştı. Bu kitabın içeriğinden de anlaşılacağı gibi, bu korkunç suç, Türk yönetici sınıflarının genel olarak işçilere, emekçilere ve Kürt halkına ve özelde siyasi tutsaklara karşı yürüttüğü sistematik baskının yalnızca bir örneğidir.
Türk faşistlerinin zindanlarda işledikleri mezalim bu kitabın belkemiğini oluşturmaktadır. Ancak Türk gericilerin kana susamış karakterini ortaya koyan çok sayıda başka malzeme de eklenmiştir. Burada yer alan materyallerin çoğu, askerî cuntanın iktidara geldiği Eylül 1980 ile Kasım 2000 arasındaki dönemi kapsamaktadır. Konulardan habersiz okuyucunun bu olayların arka planını tanımasına yardımcı olmak için, “Giriş”in hemen ardına “Türkiye Tarihine İlişkin Bir Ön Not” başlıklı bir bölüm yerleştirilmiştir. Elinizdeki yapıt kelimenin tam anlamında bir kitap değildir; daha ziyade ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerin yardakçısı olan Türk faşizmine yönelik bir iddianamedir.
[I] Bu metinde ‘siyasî tutsak” ifadesinin, Kürt ulusal özgürlük savaşçıları da dâhil olmak üzere yalnızca sol ve devrimci siyasî tutuklulara işaret ettiği kaydedilmelidir. Bunun nedenleri açık olmalıdır. Her şeyden önce bu böyledir, çünkü solcu ve devrimci siyasî tutuklular, siyasî nedenlerle Türk zindanlarına atılanların her zaman büyük veya ezici çoğunluğunu oluşturmuş ve Türk faşizminin ana hedefi olmuşlardır. İkincisi de Türk zindanlarındaki çok az sayıda bulunan sağcı mahkûm (faşist veya İslamcı) kendilerini müesses nizamın bir parçası ve/veya baskıcı devlet mekanizmasının “gönüllü yardımcıları” olarak görmüşlerdir. Yani ya işkenceye, kötü muamele ve mahrumiyete maruz kalmadılar ya da gördülerse bile, bu sadece istisnai koşullar altında ve çok daha az bir ölçüde gerçekleşti.