ERZURUM VİLAYETİ

Belge No 112

HAYATTA KALAN TOVMAS POĞOSYAN’IN, ERZURUM’UN ERMENİ AHALİSİ İLE ERMENİLERDEN OLUŞAN AMELE TABURLARININ KAT­LEDİLMESİYLE İLGİLİ TANIKLIĞI

1917, Karin

Digranakert vilayetinin Hayni kasabasından Tovmas Poğosyan’m hikâyesi.

Hayni, Digranakert vilayetinin kuzeydoğusunda, 4.000 haneli bir ka­sabadır. Bin hane Ermeni’den oluşmaktadır, kalanı ise tamamen Türkler­dir.

Ermeni milleti iki mezhebe ayrılmıştı: Protestanlar ve Apostolikler. 900 hane Apostolik ve 100 hane Protestan, birer de kiliseleri vardı. Apostoliklerin üç karma okulları vardı, 600 öğrencili; Protestanların ise, biri oğlanlar, diğeri kızlar için iki okulu, 120 öğrencili.

Küçük istisnalar dışında zanaat ve ticaret Ermeni milletinin elindey­di. Tam bir ekonomik hesap yapamam, fakat hayli varlıklı olduklarını söyleyebilirim.

Hayni de diğerleri gibi seferberliğe uydu. Küçük istisnalar haricin­de tüm Ermeni askerler, görevlerini yerine getirmeye gittiler. El koyma komisyonu da aynı zamanda Ermeni tüccarları hemen hemen soyuyordu. Bunun haricinde askerler, şehre dolup özellikle Ermeni bölgelerinde, kendilerine gerekli olan şeylere el koyuyor ve şikâyetlere kulak bile as­mıyorlardı.

Ben Lübnan’daki 21. Topçu Bölüğüne katıldım. Bölüğümüz, Köprüköy yakınlarında, Hekibat denilen köye nakledildi. İki ay orada kaldıktan sonra Kötak’a geçtik. Ardından Türk saldırısı esnasında bölüğümüz So­ğanlı çatışmalarına katıldı. Bölüğümüz 1.600 kişiden oluşuyordu, fakat çatışmalardan sonra 200 kişi kaldı. Biz kalanlar Azap köyüne çekildik, ocak ayına kadar istirahatta kaldık. O ay içinde Ermeni askerler silah­sızlandırıldı. Bölüğümüzde 60 Ermeni asker kalmıştı. Hepimizi de si­lahsızlandırdılar ve nakliye hizmetine verdiler. Sadece 15 gün nakliyede hizmet verdikten sonra bizi Erzurum’a nakledip hapsettiler. 8 gün hapiste kaldıktan sonra Aşkala’ya nakledildik.

Ermenileri bölükten uzaklaştırdıklarında, Sedrak adlı Tercanlı bir askeri göndermediler. Çok parası olduğunu duymuşlardı, paraları teslim etmesini istediler, o da reddetti. Daha sonra, yaralı Türk askerlerden, onu öldürmüş olduklarını duyduk.

Bir gece Aşkala’da hapsettikten sonra, yollarda çalışmak üzere Ma- makhatun’a naklettiler.

Bizi ordudan uzaklaştırmadan önce Türkleşmeyi teklif ettiler. Biz bu teklifin sebebini öğrenmeyi istedik. Bir şey olmadığını, sadece bize Türkleşme teklifinde bulunduklarını söylediler. Biz tabii ki reddettik ve silahsızlandırıldık.

Mayısa kadar Tercan bölgesindeki yollarda çalıştık. Ermenilere karşı baskılar o günlerde başladı. Önce önde gelen kişileri tutuklayıp alenen soymaya başladılar. O günlerde her yerde, mallara zorla el koymak ve şiddet kullanarak para talep etmek olağan hale gelmişti zaten.

Tutukluları iple birbirine bağlı olarak hapisten çıkartıp, bizim indiği­miz yere getiriyorlardı. Onların cesetlerinin gömüleceği hendekleri bize önceden açtırmış bulunuyorlardı. Orada, gözümüzün önünde hepsini kat­ledip, silah zoruyla, elimizle gömmeye mecbur ediyorlardı. Katledenler jandarmalar ve önceden hazırlanmış çetelerdi. Bizi ölümle tehdit ederek sessiz kalmamızı ve soran olduğunda Kürtlerin saldırıp öldürdüğünü söy­lememizi emrediyorlardı.

Artık yol yapımında çalışmıyorduk. Günlük işimiz, çukurlar açıp ce­setleri gömmekti.

Bir pazar günü, Erzurum taraflarından bir grup tutukluyu açmış ol­duğumuz çukurların yanına getirip katletmeye başladılar. Gömerken, iç­lerinden biri göğsünden yaralıydı ve sağ kalmıştı, su rica etti. Bir Alman subayı, tabancası elinde, “Su yerine sana bir mermi vermemi ister mi­sin?”, dedi, fakat ateş etmedi, cesetlerle birlikte sağ olarak gömmemizi emretti. Öyle de yaptık.

Ertesi perşembe mühendisle yoldaydık. Başı sargılı yaralı bir Ermeni çıktı karşımıza ve ekmek istedi. Nereden geldiğini sorduk, “Beni diri diri gömdüler, mezarın içinde üç gün uğraştıktan sonra çıktım”, dedi. Gömdü­ğümüz gruptandı. Ekmek verdik. Amele askerlerinin çadırına gitti. Çadır­lara döndük. Aynı yaralı orada oturuyordu. Askerler mezar kazıyordu. Yeni bir grup olmadığından kimin için olduğunu sorduk. Yaralı cevap verdi: “Benim için, beni gömecekler.” Gerçekten de, sağ bıraktılar ve gömdüler.

Bu olaylardan sonra Karin ve Tercan bölgelerinin genel tehciri başla­dı. Bu arada bize, o bölgede kimin evi, ailesi varsa ayrılıp onlarla birlikte tehcire gitme önerisi yapıldı. Lâkin biz, öldüreceklerini bildiğimizden, Tercanlı askerleri aileleriyle gitmeye bırakmadık, fakat Tercanlılar aile­lerini sürdüklerini görüp gevşediler ve gitmek istediler. O arada, amele askerlerinin başına nezaretçi olarak konmuş olan Türk Haşan Çavuş geldi ve kesinlikle gitmemelerini tembih etti, az ötede hepsini öldürdüklerini bildirdi. Bu açıklama üzerine giden olmadı.

Biz o sırada Mamakhatun ve Kötü Köprüsü arasında bulunuyorduk. Her gün tehcir kervanları geliyordu. Orada kervanları durdurup ayırıyor, erkekleri biraz uzaklaştırdıktan sonra katlediyor, ardından kadınlara gi­dip para için üzerlerini arıyor, iyice soyduktan sonra hayvan gibi tecavüz ediyor ve daha sonra katliam, kalanları sürüyorlardı. Biz mecburen, ön­ceden açılmış çukurlara cesetleri gömüyorduk, ikinci kervan gelip aynı vahşet tekrarlanana kadar. Bütün bir buçuk ay böyle devam etti.

Vahşice eğlenmek için, öldürmeden önce hamile kadınların kamını yarıp bebekleri çıkartıyor, kılıcın ucuna geçirerek, bebeğin ölüm kasıl­malarını kahkahalar atarak arkadaşlarına gösteriyorlardı. Buna birçok kez şahit olduk.

Yol boyunca altı bölük Ermeni amele askeri vardı. Bir gece hepimi­zi toplayıp Erzincan yönünde yürümemizi emrettiler. Sözde üst düzey Alman subayları otomobille gelecek olduğundan yolları düzeltecektik. Lâkin Kötü Köprü’ye kadar gittik, aniden geri dönerek her bölüğün eski yerine gitmesi emredildi ve bizi katletmeye götürdüklerini, fakat katlet­memek için emir geldiğini söylediler.

Yukarıda belirtilen Haşan Çavuş bir akşam, günün birinde bizi katle­deceklerini, kaçabilenin kaçmasını söyledi. Bir grup kaçmak için hazır­landık, fakat Pasinler’den Sirakan Çavuş, gidip komutana haber verdi. Bizi yakalayıp üç gün hapsettiler, tekrar bıraktılar ve çalışmaya başladık. O günlerde Ermenilerin tehciri ve katliamı sebebiyle yüzüstü kalmış olan ekinleri biçmek için bizi köylere dağıttılar.

Bir gece yine Haşan Çavuş geldi ve “Ekinlerin biçmesi bittikten sonra sizi katledecekler, nereye kaçabilirseniz kaçın”, dedi. Yedi arkadaş kafa kafaya verip, bir kaçış planı yaptık. Göçmenlere buğday verdik ve ekmek aldık, Cibice denilen dağa gittik. Orada iki Türk asker kaçağına rastla­dık. Onlar da bize katıldı ve Yerzınga’ya rehberlik ettiler. Oradan ekmek aldık ve gittik. Sabahleyin yola çıktık ve vadide Türk askerlerine rastla­dık. Onların soruları üzerine, nakliye işinde çalışan askerler olduğumuzu söyledik. Vadide beş arkadaşımızı kaybettik ve iki kişi kaldık. Yakınlar­da asker çadırları vardı. 5 arkadaşımızı bulmak için geceleyin karanlık­ta gidip isimlerini haykırıyorduk, o dolaylarda onları bulmak ümidiyle. Aramamızı üç gün sürdürdük, fakat sonuçsuz kaldı. Çadırlarda bulunan askerler, bizim fedailer olduğumuzu sanıp, bizi yakalamak için silahlı olarak dışarı fırlıyor, fakat biz izimizi kaybettiriyorduk. Arkadaşlarımızı bulamayınca, benimle birlikte olan arkadaş ümitsizliğe kapılıp hükümete teslim olmak için Yerzınga’ya gitti. Ben Dersim’e doğru gittim.

1 Mart 1916’da, Kürtler Türklere saldırdı Khozat, Dersim, Medskert ve tüm yakın bölgelere. Bu akımlara dört kez katıldım. Akınlarımız sonra­sında getirdiğimiz ganimetlerden bana pay vermiyorlardı. Neredeyse yarı çıplak kalmıştım. Bu yüzden kaçıp başka bir Kürt ağanın yanına gittim. Orada çok sayıda Ermeni vardı. Yerzınga’nın ele geçirilmesine kadar kal­dık ve ondan sonra Yerzıga’ya geçtik.

Tovmas Poğosyan, Hayneli

[Kaleme alan: Amatuni]

EMA, Jon 227, liste 1, dosya 492, yapraklar 2-8, orijinal, el yazısı.