Özgecan Aslan’ın öldürülmesi, benim için, bardağı taşıran son damla değil. Tetis Denizi zaten bu zalimliklerle dolmuştu. Değil, çünkü ‘bardak’ demekle meseleyi aşırı küçültmüş oluyoruz. Üç nedenden…
Birincisi, bu toplumda tecavüz ve kadın cinayetlerinin hacmini bardağa sığacak kadarmış gibi gösteriyor.
İkincisi, bardak, suyu çağrıştırıyor, yani temiz, arı, duru bir şeyi. Halbuki dolan şey bir lağım çukuru; dolayısıyla taşan şey de bu çukura layık.
Üçüncüsü, Özgecan Aslan’a reva görülen şeyi ‘damla’ diye nitelemiş oluyoruz. Bu feci olay, aşağılık bir kıyametten başka bir şey değil. Bu ülke zaten tedrici bir kıyamet halinde yaşıyor. Bunun kanıksanmasından, önemsizleştirilmesinden, yok sayılmasından iğreniyorum.
Dün (14 Şubat 2015 Cumartesi) hiçbir gazetenin Özgecan Aslan Kıyameti’ni manşete taşımamış olmasından iğreniyorum.
AKP’nin, hiç olmazsa, kadın seçmenlerinin, bu kıyameti protesto etmek için yapılan yürüyüşte İstiklal Caddesi’ni doldurmamalarından da iğreniyorum.
Gadre uğradığını düşünüp sızlanan insanların başkalarının uğradığı gadre karşı körleşmesinden iğreniyorum.
Maruz kalınan haksızlığın bütün haksızlıkları solda sıfır derekesine düşürmesinden iğreniyorum.
Ah, evet, durumu anlamaya, analiz etmeye çalışalım; bu önemli. Analiz etmenin önemi, iğrenmemi önlemiyor ama. Bir kimyagerin soğukkanlılıkla analiz etmesi, bir lağım çukuru karşısında iğrenmemi nasıl önleyemezse, öyle işte.
Özgecan Aslan’ın tecavüz edilip öldürüldüğünün duyulduğu gün, dün, gördüğüm bir ‘gelişme’ bu cinayetin neden kıyamet sayılacağını gayet iyi gösteriyordu. Milliyet’te Burcu Karakaş’ın haberinin özeti: ‘Batman’da, 2012’de, kuzenlerinin tecavüz ettiği Hasret Daşlı aile meclisi kararıyla boğularak öldürülmüştü. Katil zanlısı amca Garip Daşlı hala bulunamadı. Davanın ilk duruşması olaydan yaklaşık iki yıl sonra yapılabildi. İlk duruşma “Elektrik kesiliyor ve bilgisayarda zabıtlar kayboluyor” gerekçesiyle ertelendi… Üzerinden üç yıl geçen cinayetle ilgili davada bir arpa boyu ilerleme sağlanamadı.’
Benim gibi iğrenenlerin gayet iyi bildiği gibi, Özgecan Aslan Kıyameti’ne işte böyle böyle geldik. Yani bu ülkenin sadece yargı sisteminden değil, adalet duygusundan da iğreniyorum. Böbürlenilen o ‘Türk aile yapısı’ndan da iğreniyorum, bu katilleri, tecavüzcüleri yetiştiren aile yapısından. Ve bu yapının sadece Türk olmadığını da biliyorum. Bir Türk aile yapısının babası Mersin’de bir kıza tecavüz etmeye kalkıyor. Kız direnince onu öldürüyor. Sonra Türk aile yapısının daha büyük babasına, kendi babasına haber veriyor ve o da katil oğluna yardım ediyor. Ve bunlardan çok olduğunu biliyoruz. Törelerinden ve geleneklerinden de iğreniyorum bu ülkenin.
Kadının ana olunca saygıdeğer sayılmasından iğreniyorum, kadın bedeninden korkulmasından, iğrenilmesinden iğreniyorum. Anaların ayaklarının öpülmesinden iğreniyorum. Cumhurbaşkanı’nın güneş gözlüklerinden de iğreniyorum.
Hayatın en zevkli ve güzel şeylerinden birinin, sevişmenin, saldırıya dönüştürülmesinden iğreniyorum. Kadını, vücudunu, konuşmasını, gülmesini tabu yapan, aşağılayan bu ülkenin kültüründen iğreniyorum.
Bu ülkenin çirkinlik abidesi şehirlerinden iğreniyorum. TOKİ binalarından da, gecekondulardan da, yaylaya dikilen apartmanlardan da iğreniyorum. Kıyıların otoyol yapılmasından iğreniyorum. Tabiatın talan ve tahrip edilmesinden iğreniyorum. Sigara paketinin, burun silinen mendilin sokağa atılmasından iğreniyorum.
Minibüsten iğreniyorum. Bu milletin kendinden başkası yaşamıyormuş gibi davranmasından iğreniyorum.
Milli duygularından ve hislerinden de iğreniyorum bu ülkenin. Yücelttiği her şeyden iğreniyorum, bir kıymet varsa bile böylelikle içini boşalttıkları ve balon gibi şişirdikleri için iğreniyorum. Zaten yüce her şeyden iğreniyorum.
Dokuzu beş geçe hayatın durmasından ve herkesin esas duruşa geçmesinden de iğreniyorum.
Özellikle son 10 yıldır hoparlörleri sonuna kadar açıp, cırtlak sesleriyle ve üstelik makamı da tutturamadan, adeta bir iktidar ve had bildirme gösterisi olarak çığlık çığlığa ezan okunmasından da iğreniyorum. Son yüz yıldır yapılan camilerin hepsinden iğreniyorum; çok çirkinler. Bütün bu iğrençliklerin AKP’yle başladığının sanılmasından da iğreniyorum.
Büyük, güçlü devlet olma hevesinden ve bu hevesle, Suriye’de olduğu gibi, halt karıştırılmasından, kan dökülmesinden de iğreniyorum. Bu ülkenin bütün kurumlarından iğreniyorum.
Her tür iktidardan iğreniyorum. Gündelik hayatta, işyerinde küçük iktidarsız birimler ve ilişkiler kurulamamasından ve üstelik bu bile becerilemezken iktidardan şikayet edilmesinden, dahası, iktidar düzeneğinin beslenip yeniden üretilmesinden iğreniyorum.
Rekabetin kutsal ve geliştirici bir şey sayılmasından iğreniyorum.
Ayakkabı kutularına kadar sinmiş açgözlülükten iğreniyorum.
Beraber bir iş kotarılamamasından iğreniyorum. ‘Kolektiflik’ kisvesi altında kalitesizlik üretilmesinden, buna razı olunmasından da iğreniyorum.
Mağdurların iktidar olunca mağrur olmasından, sadece mağdurların ‘demokrat’ olmasından iğreniyorum. Kim olursa olsun bir lidere kapılanılmasından, her tür tekadamdan iğreniyorum. Bu kapılanma yüzünden gözleri kapananlardan iğreniyorum.
Sansürün bu ülkenin iliklerine kadar işlemiş olmasından iğreniyorum. Eleştirinin düşmanlık sayılmasından iğreniyorum.
Sadece sandığa kilitlenip onu kutsal sayıp, sadece sandıktan istediğimiz partiyi çıkarmakla sorunlarımızın çözüleceğini sanmaktan iğreniyorum.
Böylelikle gündelik sorunlarda ve ilişkilerde bu cinai durumu, bu katliam ortamını yeniden üretip beslemekten iğreniyorum.
Türkiye’nin dörtbir yanında konuştuğum her insanın benim iğrendiğim şeylerden iğrendiğini söylemesine rağmen iğrendiğimiz şeylerin zırnık kadar zede almamasından ve hükmünü sürdürmesinden iğreniyorum.
Bu erkek tafrasından iğreniyorum.
Daha fazla saymayayım. Bu Türkiye, bu kültür Türkiye’nin insanları için de tehlikeli ve tehdit, dünya için de. Rejim tehlikede değil, rejim tehlikeli. Türkiye tehlikede değil, Türkiye tehlikeli. Bu Türkiye’den iğreniyorum. Bu Türkiye’den iğrenmeyenlerden de iğreniyorum.
Ancak iğrenirsek kurtulabiliriz. İğrenmiyorsak bu lağım çukuruna müstehakız.
Kaynak: diken.com.tr