Irkçılık karşıtları sokaktaydı: “6-7 Eylül’ü unutma, unutturma!”

6-7 Eylül 1955

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformunun çağrısıyla bir araya gelen aktivistler, 6-7 Eylül olaylarının mağdurlarını andı, ırkçılığa karşı ses çıkardı.

İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında “Dur de, dur de, ırkçılığa dur de!” ve “6-7 Eylül’ü unutma, unutturma!” sloganları atıldı, Türkçe ve Rumca dövizler taşındı, devletin bu ırkçı provokasyon için özür dilemesi talep edildi.

DurDe adına İdil Ügüt’ün okuduğu basın açıklaması şöyleydi:

6-7 Eylül mağdurlarını saygıyla anıyoruz

DurDe Platformu aktivistleri olarak, 1955 yılının 6 ve 7 Eylül günlerinde, gayrimüslim azınlıklara yönelik gerçekleşen örgütlü saldırıların mağdurlarını, olayların 61’inci yıl dönümünde anmak üzere toplandık.

6-7 Eylül’de İstanbul ve diğer kentlerde, başta Rumlar olmak üzere Müslüman olmayan vatandaşlara yönelik örgütlü saldırılar ve yağmalamalar gerçekleşti. Olaylar sırasında 15 kişi öldürüldü, 300 kişi yaralandı, çok sayıda kadın tecavüze uğradı, 5.214 ev, 1.004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul tahrip edildi. Tahrip edilen mekânların yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Yahudilere aitti. Ardından bir göç dalgası başlatan bu olaylar, etnik temizliğe dayalı uluslaşma sürecinde önemli bir adım olarak tarihin karanlık sayfalarında yer aldı.

Farklı etnik grupları barındıran Anadolu’nun homojen hale getirilmesi, 1913 yılından itibaren ulus-devlet inşasında temel bir politika olarak uygulandı ve bu doğrultuda devlet tarafından açık bir şekilde asimilasyon, zorunlu göç ve iskân politikaları yürütüldü.

Bu bakımdan 6-7 Eylül olayları, Sünni, Müslüman ve “Türk” nitelikleri ağır basan tek tip ulus yaratma projesinin bir eseri olup, bu doğrultuda gayrimüslim toplumlara verilen bir mesaj niteliğindedir. Bu saldırılar, Lozan anlaşması ile hakları güvence altına alınan İstanbul’daki Müslüman olmayan toplulukları yok etmeyi amaçlayan soykırımcı ulus devlet politikalarında bir süreklilik olduğunu gösterdi.

Bizzat devlet tarafından örgütlenen meslek yasakları, Amele Taburları, Varlık Vergisi, 1964 tehciri, fişlemeler, gasplar, tehditler ve pogromlar ile bu politikalar kurumsallaştırıldı ve bunun sonucunda günümüzde, Anadolu’nun kadim Müslüman olmayan halklarından Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Süryani toplumundan geriye sadece on binler kaldı.

Ne yazık ki 6-7 Eylül ve benzeri olayların arkasında yatan bu zihniyet, özünde fazla değişmeden günümüzde de sürmektedir.

İnkâr politikaları, Ermeni Soykırımı’nın 101’inci yılında hala sürüyor. Bugün Rahip Santoro ve Malatya Zirve Yayınevi katliamının katilleri serbest olarak aramızda dolaşıyor. 9 yıldır adaletin yerine getirilmediği Hrant Dink davasında, Ogün Samast’ı azmettiren ve destek verenlerin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin subayları olduğu ortaya çıkıyor.

Bizzat milletvekilleri, ana akım medya ve üst düzey kamu görevlileri tarafından “Ermeni kimliğini” aşağılayan tutum; Yahudi vatandaşlara yönelik, Naziler tarafından gerçekleştirilmiş Holokost’u ve toplumda antisemitizmi meşrulaştıran nefret söylemleri yaygın ve alenen yapılıyor.

Tüm bu örnekler, 1913’den bu yana yürütülen ulus-devlet politikalarının çok uzağında olmadığımızın; gayrimüslim vatandaşlara yönelik benzer suçların önünün açıldığı, güncel siyasi manevraların bir parçası haline getirildiğinin açık göstergeleri.

Savaş koşullarının yaşandığı günümüzde, barışçıl, demokratik ve herkesin eşit olduğu bir Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca yürütülen homojen ulus tasarımından tam bir kopuş olmadan mümkün olmayacaktır. Bunun için ise tüm Müslüman olmayan yurttaşların eşit birer vatandaş olarak kabul edilmeleri, geçmişte yaşanan mağduriyetlerin telafi edilmesi ve özür dilenmesi bir önkoşuldur.

Kaynak: marksist.org