Sait Çetinoğlu: Savaşı Kaybetmeden Yenilgiye Uğrayanların Trajik Tarihine Dair

Sait Çetinoğlu“…Rum komünistlerinin, sınıf benliğini idrak etmiş Rum işçilerinin vazifesi, arkadaşlarını aydınlatmak, onlara hakiki dost ve düşmanlarını, belli kurtuluş yolunu göstermektir. Memnun olmalıyız ki, bu arkadaşlarımız, hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da, bu vazifelerini muvaffakiyetle yapmaktadırlar. Bugün hiç kimsenin inkar edemeyeceği, bir haki­kattir ki, Yunan işçisi ordularının bozgunluğu­nun hakiki, sebeplerinden birisi, Yunan Komü­nist arkadaşlarımızın Yunan ordusu içinde harp aleyhinde yaptıkları propagandadır… Emin olunuz ki, Türk işçi yoldaşlar, Türk ve Müslüman olmayan bu Yunan Komü­nistlerinin Türk işçilerine,fakir halkına, Harb-i Umumî içinde, zavallı halka ekmek yerine çamur yedirerek karınlarını ve kasalarını  şişiren Türk ve Müslüman tüccar mebuslardan ve bütün harp zenginlerinden ve ordu müteahhitlerinden elbet daha çok faydası dokunmuştur…”[i]

Kanal D televizyon kanalında Vatanım Sensin başlıklı dizi halinde yayınlanan Türk –Yunan savaşının işlendiği ve hayli yüksek bir reytinge ulaşan, hatta okullarda çocuklara ödev olarak verilen dizi Türk –Yunan savaşını tekrar gündeme taşımıştır.

Diziden mi ilham alındı bilinmez Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet Komutanlarının Kardak Kayalıkları – Kardak Genel Kurmayın haritalarında Yunanistan sınırlarında görünmektedir- önünde yapılan müsamere sonrası çıkarılan kriz ve karşılıklı atışmalar, söz düellosu sonucu oluşan ortamda , Türk-Yunan Savaşını yeniden gözden geçirmemize neden olduğunda, unutulmuş gerçeklerin altını çizmemizin gerekli olduğu sonucuna vardık.

Savaşa Dair Türkçe Literatür

Türk -Yunan Savaşı ile ilgili Savaşın sadece taraflardan birinin (Türk) ve  birbirinin tekrarı olan hamasi  söylemi geniş bir literatür oluşturur.  Ancak, Savaşın diğer tarafı (Yunan) ile ilgili ise bölük pörçük bilgiler var. Hatta, Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadoluya, Lazaros Aşıkoğlu,  Kilaman/Anadolu’dan Gelen Bir Rum’un Anıları, Elias Venezis’in Numara‘sı, Akilas Milas’ın  hazırladığı Oğlunuz Er Yorgos Savaşırken öldü, Marjorie H. Dobkin’in İzmir 1922 Bir kentin Yıkımı, Herkül Milas’ın derlemesi Göç, Rumlar’ın Anadolu’dan Mecburi Ayrılışı (1919-1923), biraz da döneme ilişkin özet bilgilere yer veren Cem Uzun’un Kemalizm Sol Değil… gibi çalışmalar olmasaydı Türkçede okuyan okuyucunun hamasetin dışında herhangi bir bilgisi olmayacaktı.

Yakında İstos Yayinevi tarafından yayınlanacak olan Androniki Karasuli Mastridu’nun Kayıp Vatanımdan Hatıralar’ı da Savaş’a ve döneme dair önemli bilgiler sunmaktadır.

Trakya ve Anadolu Yunan Ordusu

Foti Benlisoy , Kahramanlar Kurbanlar Direnşçiler[ii]  başlıklı çalışması ile, savaşın Yunan cephesi ile ilgili şimdiye dek bilinmeyen ve hiç düşünülmeyen, birkaç hatıratın sahifelerinde unutulan  bilgileri okuyucusuyla paylaşır. Benlisoy, birçok yönden cepheyi, askerleri ve onların zihin dünyaları ile davranışlarına odaklanarak savaşı Yunan cephesi ve siperlerinden nakleder.

Türkçe’de okuyanların bilmediği  ve  yabancı  olduğu, Trakya ve Anadolu’daki Yunan Ordusunda  1919- 1922 dönemindeki  savaş karşıtı propaganda, grev ve isyanın kapsamlı incelenerek okuyucuya sunulması ,  incelemenin bir başka önemli  noktasını teşkil eder. Türkçe’de türünde biricik olan çalışma, Küçük Asya Felaketinin önemli bir veçhesini  okuyucularla  paylaşır. Bu yazı Benlisoy’un çalışmasını merkeze alarak Savaş dönemindeki Yunan Cephesine odaklanarak, Yunan kuvvetlerinin grev ve isyanına odaklanmıştır.

Benlisoy’un incelemesi,  aşağıdan tarihin coğrafyamızdaki örneklerinden biri olması bakımından bir başka öneme sahip olmasının yanında, Editörün kısa sunumu, sonucu ile beraber bir bakıma yoğun bir tarih felsefesi dersidir.

Tarihin ana ve hakim akıntısına ters düşmüş büyük-küçük dalgaların hafızasını tazeleyerek ezilenlerin kolektif belleği ve birikmiş deneyimi olarak aşağıdakilerin, “küçük insanların” tarihi­ne mütevazı bir katkı sunmayı amaçladığı ifade edilen çalışma,  savaşı kaybetmeden yenilgiye uğrayanların sesi olması bakımından da önemlidir

Foti Benlisoy, aşağıdan tarih incelemesinde kullandığı  materyaller çeşitli ve çok yönlüdür. Savaşın Yunan edebiyatına yansımasının yanında, günlükler, anılar, muharip edebiyatçıların eserleri,  dönemin Yunan basını ve arşiv belgeleriyle  incelemesini zenginleştirmesi, bir çok yerde bunları karşılaştırarak bir sonuca ulaşması da  incelemesini  önemli kılan unsurlardan biridir. Çalışmada önemli yer tutan günlüklerin askerin psikolojisini  anında nakletmesi bakımından araştırmayı ilginç kılar.

İncelemenin  başında yer verilen,  muharip edebiyatçı  Mirivilis’in eserinde işlenen,  barış ve   iki taraf için saygın bir uzlaşı ve centilmenlik anlaşması  ana teması ile başlanması   çok önemlidir.  Bu tema, Savaşın Yunan cephesinin düşüncesine dair ip ucu vermesinin ötesinde, aşağıdakilerin zihnine ışık tutmasının yanında, muktedirlerin tarih anlayışına/yazımına  karşıt bir alternatif bilincin/davranışın işaretidir:  Çoğu yaşıtı gibi, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve sonrasında da Anadolu seferin­de asker  olan,   Yunan edebiyatının abidevi isimlerinden Stratis Mirivilis, 933’te yayımlanan “Altın Gözlü Öğretmen” adlı romanında merkezi karakterlerden biri olan Üsteğmen Stratis Vranas, savaş sırasında Eskişe­hir’de askeri bir hastanede ölür… Vranas son günlerinde yüksek ateş nedeniyle sık sık karabasanlar, hatta halüsinasyonlar görür ve bunları arkadaşı Üsteğ­men Leonis Drivas’a anlatır.” Bunlardan birinde Vranas, hastaneden kaçtığını ve Türk or­dusundan bir yüzbaşıyla karşılaştığını görür, iki subay arasında samimi ve  ilginç diyalog kurulur. Türk Yüzbaşı savaşın bittiğini haber vermektedir.

Vranas, Eskişehir’de bir askeri hastanedeki son günlerinde barışı hayal eder. Onun hayali; Yunan ve Türkler arasında bir centilmenlik ant­laşması, iki taraf için de saygın bir uzlaşıdır. Mirivilis’in edebi kahramanın barış düşü Yunan askerlerin düşüncelerini ifade eder. Vranas’ın  cephenin tercümanı olduğunu söyleyebiliriz.

Yazı boyunca aklımızda tutmamız gererek nirengi noktalarından biri; Yunan askerlerin zihninde var olar barış ve buna bağlı olarak  saygın bir uzlaşı hayalidir.

1911 yılından beri cephede bulunan ve Harp yorgunu Yunan askerleri Anadolu’da savaş sürdükçe ve bir askeri çözüm giderek ufukta görünmez oldukça, barışı daha fazla hayal eder oldular. Askerler kendi başları­na hayal kurmakla kalmadılar. Barışa ilişkin düş ve umutlarını arkadaşlarıyla paylaştılar.

Yunan Askerler, birbirleriyle paylaştıkları barış düşünü giderek  “düşmanlarıyla” da paylaşmaktan da çekinmediler. Afyon’da Kemalist orduyu bozguna uğratıp Eskişehir’e geldiklerinde öncü kuvvetten bir rütbeli komutan Türklerin kahvesine girerek, Fransızca bilen olup olmadığını sorduktan sonra, Fransızca olarak “Endişelenmeyin kalıcı değiliz…” sözleri  de bu bakımdan önem taşır.

Yunan askerler, cephede savaş ve barış meselelerini sürekli olarak birbirleriyle tartışan, mevcut sorunlara kendile­rince çözümler arayan siyasal öznelerdir. Döneme dair hemen hemen bütün kaynakların  bir biçimde belirttiği üzere Anadolu’daki Yunan as­kerleri arasında usanmışlık, sürüp gitmekte olan savaştan bir şekilde kurtulma isteği giderek yay­gınlaşır. Nasıl yaygınlaşmasın ki? Ülkeleri nere­deyse on yıldır sürekli olarak savaş içerisindeydi… Seferberlik süresinin uzunluğu dolayısıyla (1911’de askere alınmış olup 1923 başlarına kadar terhis edilmeyen asker­ler vardı) toplumun geniş kesimlerinde de asker­ler arasında da öfke ve hayal kırıklığı artmaktaydı. Bursa’da askeri hastanedeki askerlerce çıkarılan “siper gazetesi” Filiaria (Gevezelik), bu öfke ve düş kırıklığını ironiyle aktaran bir farazi  tiyatro oyu­nunun ilanını yayımlıyordu: “Bu gece, Asya Ti­yatrosu ’nda: 20 Yıldır Asker.” Savaş devam ettikçe Küçük Asya seferinin hedef ve kapsamı hakkında sorular artmaya başladı. işgal edilen alan genişledikçe ve askerler ilerledikleri yerler­de giderek daha az “soydaşa” rastladıkça bunun bir “kurtuluş savaşı” olduğuna dair şüpheleri arttı ve sorgulama başladı.

Askerlerde ve komuta kademesinde cephede terk edilmişlik duygusu ve hayal kırıklığı da giderek artmaktadır. Cephenin  son komutanı General Nikolas Trikupis, hayal kırıklığını şu cümlelerle aktarır: Küçük Asya’nın derinliklerinde üç seneden beri yokluklar içinde dövü­şen orduya karşı nadir bir ilgisizlikle karşılaşıyor ve bu suret­le cephedeki yoklukların, kötülük, tehlike ve fedakârlıkların akıldan bile geçirilmediğine kanaat getiriyorlardı.[iii]

Teğmen Nikolaos Deas da , anılarında şöyle yazıyor: “Hangi moral faktör dört ya da beş yıldır cephede olan bu askerleri cesaretlendirebilir? Köleleştiril­miş kardeşlerimizin kurtarılması mı? Ancak artık onları getirdiğimiz Anadolu’nun diplerinde böy­le kardeşler yok ki.”

Yunanistan Seçimleri ve Savaşın kronik hale getirilmesi

Küçük Asya’ya çıkıştan bir yıl sonra imzalanan (10 Ağustos 1920) Sevres Antlaşmasından  ardından, Venizelos, diplomatik başarısını siyasi başarıya tahvil etmek için seçimlere gider. Seçim sürecinde giderek Kralcı adaylara oy vermek,  barış için, terhis edilmek için oy kullanmak anlamına gelmeye başlar. Seçimlerde Yunan asker­leri arasında oldukça popüler slogan, “Kral Konstantin ve Terhis” idi. Savaş Kasım 1920 seçimlerinin temel ekseninde yer alır.  Genç Yunan Komünist partisi SEKE de seçim sürecinde  ‘Savaşa Hayır’ kampanyası yürüttü[iv] ve Ati­na’da düzenlediği bir gösteride,  50 bin kişi Syntagma Meydanı’na yürüdü. Gösteriye katılım o günün koşullarına göre devasaydı. Venizeloscu çeteler muhalefet partileri­nin ve yayınlarının bürolarını dağıttılar. Bunların arasında SEKE’nin gazetesi Rizospastis (Radikal) de bulunuyordu.[v]

Kasım 1920’deki genel seçimlerde Selanik ve Volos gibi işçi sınıfı şehirlerinde “savaşa hayır” platformunu temsil eden komünist adaylar %30 oy aldılar. Venizelos’un seçim yenilgisi İz­mir’de duyulur duyulmaz çok sayıda asker, Kralın resimleri ve muhalefetin simgesi olan zeytin dalla­rıyla sokaklara çıkıp, coşkulu gösteriler yapar. Ben­zer gösteriler Edirne’de de gerçekleşir. Bu gösterilerde as­kerler, barış ve terhis isteklerini açıkça dillendirme imkanı  bulurlar.  Ancak savaş sonlanmamasının ardından,  Yunanistan’ı savaş karşıtı gösteriler ve grev dalgaları sardı. Grev’cilerin ve savaş karşıtlarının cezalandırılması maksadıyla askere alınarak cephenin en tehlikeli bölgelere yollanması, savaş karşıtlığını bambaşka bir boyuta taşımıştır.

Dikkat çekmek istediğimiz bir nokta da Yunanistan’da güçlü bir sınıf hareketi vardır ve bunun içinde bir dönem Osmanlı sınıf hareketinde yer alan eski Osmanlı vatandaşları önemli bir rol  oynamaktadırlar.

Ancak seçim sonuçları, asker­lerin beklediği gibi barışı getirmemesi, asker­ler arasında önü alınması pek mümkün olmayan bir siyasallaşmaya vesile oldu. Bu siyasallaşmanın sonuçları daha sonraki dönemde ortaya çıkacaktır.

Kasım l920’deki seçimlerden sonra savaş bitmek bir yana genişlemesi,  Eskişehir ve Kütahya’nın zaptıyla başlayacak bu sefer, Sakarya Savaşı’nın yarattığı hayal kırıklığıyla son bulur. Seçimlerin savaşa son  vereceği beklentisinde olan asker­ler, bu son sefere, belki de H.G. Wells’in o meşhur deyişiyle, “savaşa son verecek savaş” diye bakar­lar: Ankara’nın zaptı savaşı bitirecek, herkes evle­rine dönebilecektir…Ankara! Ankara! Herkesin ağzında bu sözcük. Onun ele geçirilmesi çektiğimiz çileye son vere­cek! Savaşın sonu, eve geri dönüş.

Giderek ni­hai bir askeri çözümün mümkün olmadığı fikri askerler arasında giderek yaygınlaşır. Askerler savaş meydanını terk etmez  ama savaşmaya devam etmek için giderek daha az ne­den bulmaya başlar. savaştan usanmışlıklarını her fırsatta daha fazla açık ederler.  Askerlerin protestosu her kademeye  uzanır. Kralından komutanına kadar devlet erkânının cepheye her ziyareti, barış için bir gösteriye dönüşmektedir.

General Trikupis, Ordunun durumunu,  net  ifadelerle özetler: Askerler, uzayan vazifelerinden dolayı duydukları memnu­niyetsizliği açıkça göstermeğe başladılar ve bunu, Eskişehir’de Kahramanlık Madalyası dağıtma töreninde Kıral Konstantin’e duyurmaktan da kaçınmadılar. 1921 haziranında yayınlanan resmî ordu tebliğinde şöyle deniliyordu:- Kıraliyet arabası tören yerine giderken yol kenarında top­lanan askerlerin şöyle bağırdıkları işitiliyordu.- TERHİS! TER­HİS![vi] 

“Neden buradayız, ne için, kim için savaşıyoruz?”

Komuta kademesinin, askerlerin savaşa dö­nük aktif rızasını elde etmekte yaşadığı sıkın­tı, Yunan ordusunun savaşma kabiliyetini etkile­yen kritik bir parametreyle de birleşerek,krizi içinden çıkılamaz hale getirecektir. Bu etken komünist askerlerin cephede yaydığı örgütlü savaş karşıtı propaganda ve ajitasyondur. Aslında savaş karşı­tı komünist tutumun, savaşa ilişkin Yunan milli birliğini daha baştan imkânsız kıldığını söylemek pekâlâ mümkün.

Yunan ordusu içindeki savaş karşıtlığı ve komünist örgütlenme, Yunan yönetici sınıfının grevleri durdurmak için en militan işçileri cepheye yollamasıy­la daha da güç kazandı. Bu işçiler, kendilerini İzmir’e götürecek olan gemilere doğru yürürken yumruklan havada “Kahrolsun Savaş! Yaşasın Grev!” diye bağırıyorlardı. Yunanistan’da ve Yunan ordusunda savaş karşıtı örgütlenmenin düzeyi göz önünde tutulursa Milli Mücadele’nin sonunda Yunan askeri güç­lerinin çöküşü sürpriz olmaktan çıkıyor.[vii]

Ko­münistler, askerler arasında küçük bir azınlık olmasına ve faaliyetleri de daha çok eğitim ve propaganday­la sınırlı olmasına karşın bu savaş karşıtı faaliyetlerin belki de en önemli etkisi, askerlerin zaten var olan tepki ve öfkelerine bir siyasal dil sağlaması, onların huzursuzluklarını açıkça politik bir dile dökebilmelerine olanak sağlamasıydı.

Aynı zamanda,  Antimilitarizm ve/veya pasifizm (veya en ge­nel manada savaş karşıtlığı), I. Dünya Savaşı son­rası Avrupa’da oldukça yaygın bir halet-i ruhiyeydi. Üstelik barışı getiren Bolşevik devriminin eşitlikçi ve antimilitarist söylemleri de ciddi yankı buluyordu. Bolşevizmin bu dönemdeki bu moral üstünlük ve itibarını göz önünde bulundurma­dan, Yunan komünistlerinin savaş içerisindeki ey­lemlerini ve bu faaliyetin yarattığı etkiyi tam ola­rak anlamak mümkün değildir. Devrim ve onun yaydığı  radikal fikirler, uzayıp giden savaşların yarattığı bıkkınlıkla birleşiyordu. Yunan askerleri de tıpkı Türk askerleri gibi bu etkiden muaf de­ğildi.

Ayrıca, “Bolşevizm virüsü” Yunan ordusuna daha Anadolu’ya ayak basmadan bulaşmıştır. 1919 yılında Venizelos hükümeti, General Anton Denikin’in Bolşevik karşıtı beyaz ordusunun yanında yer alan Fransız güçlerine destek olarak iki tümen göndermiştir.  Önemli bölü­mü daha sonra Anadolu’ya sevk edilecek bu bir­likler, harekât esnasında Bolşevik propagandayla tanışırlar.Bolşeviklerin Kırım’daki Yunan top­lulukların da yardımıyla yürüttükleri propagan­da faaliyeti, Yunan ordusunu, örneğin Fransız kuvvetleri kadar etkilemese de belli bir başarıya ulaşır. Askerden kaçanlar, hatta Bolşeviklere katılanlar olur. Ukrayna, Yunan askerlerinin bir kısmı için komünist üniversite işlevi görmüştür. İngiliz belgeleri ve Sovyet arşivlerinde yapılan incelemeler bu etkiyi kanıtlar niteliktedir.

Yunan Komünist Partisinin “Küçük Asya Seferi” karşısında net bir tutum alışı, Nisan l 920’de SEKE’nin Komintern’e iltihak kararını aldığı İkinci Kongre’yle söz konusu olur. Bu kongrede büyük çoğunlukla ka­bul edilen önergeyle, ne gerekçeyle olursa olsun kapitalist sınıfın çıkarları için gerçekleştirilen sa­vaşlara karşı çıkılması ve savaş karşıtı aktif tutum alınması karan alınır.” SEKE’ye göre emperya­list güçler ve Yunan burjuvazisi, savaş yanlısı po­litikalar izleyerek barışı ve Yakın Şark ile Balkan halklarının ortak yaşamını tehlikeye atıyordu. Partiye göre Yunan halkının çıkarı savaşta değil, halkların yakın işbirliği ve batıştaydı. Bu nedenle parti, seferberliğe hemen son verilerek askerlerin terhis edilmesi, Balkan ve Doğu halklarıyla barış yapılması ve bir Balkan Sovyet Federasyonu’nun kurulması için mücadele ediyordu.

Bu çabaların ürünü olarak ülke içe­risinde ekonomik ve sosyal talepli gösteri, grev ve eylemler zamanla savaş karşıtı siyasal bir içeri­ğe kavuşur.

1921 yılında Selanik’teki 1 Mayıs kutlamaları büyük bir savaş karşıtı göste­riye dönüşür. Anadolu’ya sevk edilmek üzere şeh­rin limanında bekleyen askerler gemiye binmeyi reddederek gösterici işçilere katılırlar. Olaylar, şehirde sıkıyönetim ilanıyla bastırılabilir.

Daha 1920’lerin başlarında cephedeki komünist as­kerler tarafından “Yunan Asker Sovyetleri Yürütme Kurulu” oluşturulmuştur. Bu Sovyet “Cephedeki Komünist Askerlerin Merkez Komitesi” olarak da adlandırılmıştır.

3 Ocak 192l’de Komite”nin tüm askerlere hitabeden yeni yıl mesajı yayımlanır. Mesajda Komite, gerçek barışın an­cak kapitalistlerin alaşağı edilmesi ve devrimle mümkün olacağını ilan ediyordu. “Merkez Komite”yi İzmir’de oluşturan ilk ekipten  özel­likle Pulyopulos, Stavridis ve Yeorgios  Nikolis, Yunan ko­münist hareketinin savaş sonrası gelişiminde de etkin rol oynayacaklardır.

Cephede SEKE’nin gazetesi  Rizospastis okuma­nın kolektif bir eyleme, neredeyse kutsal bir ritüele dönüşmüştür. Gazetenin kurucusu ve editörü Yanis Petsopulos’un savaş boyunca on üç kez hapse atılması, otoritelerin Rizospastis’e dönük “ilgileri­nin” bir kanıtıdır.

Gaze­te savaşa karşı çok sert bir muhalefet sergiliyor, Yunan ordusunun emperyalist çıkarlar uğruna kı­rıldığını yazıyordu. Dahası Rizospastis, savaşın te­mel meşruiyet iddiasına, yani onun “esir” Yunan­ları kurtarmak adına yürütüldüğü iddiasına karşı çıkıyor, bu söylemle bazen dalga geçiyordu… Komunismos dergisi şöyle yazıyordu: “Yunan fatih­ler Türk işçi ve köylülerini Yunan ve İngiliz hay­dutlarının ellerine teslim etmek için Türle ağaları ve Fransız kapitalistlerinden kurtarıyor…”

Rizospastis ve sair savaş karşıtı literatürün ana vurgularından, Büyük Güçler’in savaştaki rolü,  cephedeki askerler tarafından çok iyi anlşılmış ve özümsenmiştir. Manolis Aksiyotis’in anılarında geçen propagandist, Nikito Drossakis, “Güneşi gece yarısı aramaya kalkışmak boşunadır Manoli! İtilaf Devletleri, Doğu meselesini kendi çıkarlarına en uygun şekilde ayarladığından beri, yani kapitalistler Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını önlemeye karar verdiği andan itibaren, bizim Küçük Asya’daki davamız, ana rahminde ölmüş bir çocuktan farksızdır. Yunanistan’ın rahminde … Bizi Küçük Asya’ya bin bir vaatle göndermiş olanlar, şimdi bize, ‘Hoşt köpek!’ diyor, anlıyor musun? Ama Aksiyotis’in yüreği paramparçaymış,ama Kırmızıdis’in gözleri kör olmuş, Golis ölmüş, Stepan öksüz kalmış … umurlarında bile değildir. Yunanistan’ın kaderi, onları şuncağız ilgilendirmez … Yabancı sermaye, kendi çıkarını hesaplar yalnız! Merhamet ve adalet beklemeyeceksin ondan. Temsilcileri, Londra ve Paris’teki bürolarına kurulup haritayı yayarlar önlerine, şöyle bir göz atarlar ve eğer çıkarları tehlikeye girmişse, kendi kaderlerini kendi tayin etme hakkını hatırlarlar halkların, hürriyet ve bağımsızlık aşığı kesilirler. Ama çıkarları öyle gerektirdiği vakit de; kırmızı kalemi alıp yeni bir çizgi çekerler haritanın üzerine, güzelim memleketleri ve koskoca halkları siler geçerler. . . Kırmızı kalem, şimdi bizim üzerimizde Manoli! Yunanistan’dan istediklerini bedavaya elde ettiler. Ve onların sıkmış olduğu portakalın suyunu bugün Kemal içiyor.”[viii]

Komünist askerlerin cephedeki yazılı materyal dağıtmanın ötesinde de  faaliyetlerde bulunmaktadırlar bunları en önemlileri okuma gruplarıdır. Afyon 11. Piyade Alayı’nda 15 kişilik bir grup Ko­münist Manifesto ile Buharin ve Preobrazhensky’nin kaleme aldığı Komünizmin ABCsine dayanan ders­ler düzenliyordu… Şfendoni destroyerindeki 9 kişilik grup da,  aktif bir savaş karşıtı propaganda yanında, Askerlere  Komü­nist Manifesto, Komünizmin ABCsi ve Kropotkin’in Gençliğe Çağrı’sı gibi metinler aracılığıyla eğitim çalışmaları yapıyor, mürettebatı sosyalizme ka­zanmaya çalışıyordu.

Komünist askerler, 1922 yılından itibaren Yunan ordusu için ciddi bir sorun teşkil etme­ye başlayan firarilerin kaçması ve saklanmasına da yardımcı oldular. Ancak askerlerin firar edip gizlenmesine olanak sağlayacak bir ağ oluştursalar da genel olarak komünist askerler firar etme­diler. Amaçlanan, cephede kalıp mümkün merte­be kilit mevkilerdeki komünist varlığını konsolide etmektir.

Firar Komünist  parti tarafından resmen onaylanan bir tutum olmamakla beraber  Ancak komünistlerin firar etme­yi açıkça savundukları örnekler de vardır. Mese­la 1922 yazında Uşak’ta bir grup asker, savaşı durdurmanın bir yolu olarak etmeyi pro­paganda ediyordu… Embros [İleri] gazetesi, 29 Ağustos l922’de Kefalonyalı Spiros Sprigkas adlı askerin Atina tren garında askerleri “firar etmeye sevkeden Bolşevik bildiriler” dağıt­tığı için tutuklandığı aktarıyordu.

Komünistlerin  savaş karşıtı faaliyet orduda telgrafçılar ve telefon ope­ratörleri arasında oldukça etkiliydi. Dahası bazı kaynaklar komünist faaliyetin ordunun sansür mekanizmasına kadar sızabildiği ve bu şekilde de komünistlerin askerlere mektup ve yazılı mater­yal göndermekte kolaylık sağladığı belirtilmekte­dir. General General Trikupis : “Askerlerin arasında görülen memnuniyetsizlik Yunanistandaki bolşevik propagandası tarafından da kışkırtılıyordu; bun­lar askerlere mektuplar gönderiyor ve asker arasına girmesi yasak olan, Atina’da yayınlanmış Risozpastis adındaki gazete.

Askeri Hapishanelerdeki hücre duvarlarının savaş karşıtı sloganlarla dolu olması savaş karşıtı askerlerin hücrelere konulduğun göstergesi olarak okumak mümkündür. Ancak hapishaneler savaş karşıtı faaliyetlere katıl­dığı düşünülen askerleri “terbiye etmekte” yeterli bulunmamış olacak ki, “disiplin müfrezeleri” de oluşturulmuştur. Bunlar itaatsiz ve politik olarak güvenilmez askerlerin diğerlerinden tecrit edile­rek bir arada tutulduğu birimlerdi. “Disiplin müf­rezeleri” ateş hattında bulunduruluyor ve ken­dilerine en zor ve tehlikeli görevler veriliyordu

İzmir’deki “Merkez Komite”yi oluşturan, daha sonra grubun askeri otoritelerce dağıtılmasıyla cephenin değişik nok­talarına sevk edilen isimlerin birçoğu, savaşın son aşamasında yeniden tutuklanır. Tutuklananlar arasında İkonomu ve Pulyopulos ile onlarla bağlantılı başka şahıslar da vardır. Ancak gru­bun yargılanması, Yunan cephesinin çökmesiyle mümkün olmaz ve hapistekiler askerlerce kaçırı­lır. Savaşın son döneminde komünistlere dönük baskı politikasının Yunanistan’da da artmıştır. Bu dönemde partinin merkez komitesinin neredeyse tamamı, “vatana ihanet” suçlamasıyla tutuklanmıştı.”

Şurası unutulmamalıdır ki, Yunan komünistlerinin çalışmaları hiçbir zaman savaş aygıtını sabote etmeye dönük örgütlü bir ‘‘yenilgicilik” mahiyeti kazanmadı. İzmir’deki ilk savaş karşıtı gruptan Yanis Monastiryotis şöyle yazar: Propagandamız savaşmayacağımıza ilişkin değil­di. … Sloganımız, neredeyse bütün askerlerinkiyle ortaktı. Savaşı bitirmek, evimize geri dönmek, terhis edilmek. Yine cephedeki komünistlerden Stavridis anılarında şöyle yazar: “Hedefimiz Yu­nanistan’ın Türkiye lehine yenilmesi değil, savaşı bir barış antlaşması yoluyla bitirmekti.”

Ağustos 1922’de Yunan or­dusundaki “moral kriz” ve askerlerin doğrudan ya da dolaylı karşı koyuşları, Yunan savaş aygı­tını neredeyse işlemez kılmıştı. Yukarıda vurgu­landığı gibi, cephedeki savaş karşıtı propaganda halihazırda mevcut olan dinamikleri pekiştirmiş, mevcut savaş yorgunluğuna siyasal ifade kanalları açmıştı.

Prens Andreas  1921’de,  yazacakları dolayısıyla bir ‘‘yenilgici” sayılmamasını bilhassa rica ederek, kralın askeri danışmanlarından Ioannis Metaksas’a yönelik kaleme aldığı  mektubunda; Ordunun takatten düştüğünü ve yakın zamanda bir barış antlaşması gündeme gelmezse sonucun felaket olacağını yazar. Prensin sonra­ki satırları adeta bir kehanet gibidir: “Ordunun düşmanın ciddi bir inisiyatifi karşısında cevap verebileceğini kesinlikle düşünmüyorum. Cephe­nin herhangi bir noktasındaki yenilgi, ordunun geri kalanını da kaçınılmaz olarak yıkacak. Son­rasındaysa düşmanı herhangi bir yerde durdur­mak mümkün olmayacak.” Prens, sonraki ha­diselerle doğrulanan kehanetini şöyle bitirir: “Bu Küçük Asya kâbusuna hemen son verecek bir şey olmalı artık.”

Bu “fırtınayı” yaratan amilleri, İstanbul’da mütareke devrinde Beynelmilel Amele İttihadı’nın önde gelen isimlerinden olan ve savaş son­rasında da Yunanistan’da Komünist Parti’nin li­der kadrosunda yer alacak Serafim Maksimos’tan dinleyelim: Asker zamanla yerini, uğruna savaşa girdiği davaya inanmayan insana bıraktı ve bu insan da içinden savaşı kınar oldu Öyle ki, kendini cep­heye mıhlayacak bir zqferdense kesin bir yerilgiyi özler oldu. Bu nedenle cephenin çöküşünü aslın­da sevinçle kabul etti. Bu bir çözümdü. Yurdu­na dönmesi için bir vesileydi. Yenilgi nedeniyle kendini aşağılanmış hissetmedi. Milliyetçiliğinin kökü çoktan kazınmıştı.

Yukarıda da örneklediğimiz gibi Ordunun komuta kademesinde bulunanlar yaklaşmakta olan felaketi yüksek sesle dile getirdikleri gibi raporlayanlarda yok değildi. Genelkurmay­da görevli K. Guvelis, 18 Ocak 192l’de Savaş Ba­kanına zata mahsus bir not yazar. Guvelis bu not­ta bakana hazırlanmakta olan saldın planına dair bazı bilgiler verdikten sonra onu, her türlü askeri faaliyetin Eylül 1921 itibariyle muhakkak son bul­muş olması gerektiği hususunda uyarır. “Yunan ordusu bu tarihten sonra hiçbir şekilde silah altın­da, askeri seferde olmamalı. Aksi felaket olacak­tır.”

General Trikupis: — Harp halinin bu kararsızlığı ortadan kalkmalıdır, zira askerler arasında ruhî ve bedenî bir bıkkınlık görülmektedir ve insan buna mukavemet edemediğinden cezalandırılması da dü­şünülemez.”[ix]

Manolis Aksiyotis’in  cephedeki durumu tasviri de farklı değildir: “Uzun süredir ordudan yükselen mırıltılar yavaş yavaş homurtu halini almıştı. Artık lafını esirgemiyordu askerler, düpedüz bağırıyorlardı:

“Bıktık savaştan!”

Kimisi kaçmayı düşünüyordu, kimisi de kendi kendini yaralamayı. Bir alayda ayaklanma olmuştu. Her şeyden mahrum kalmıştık bütün kış boyunca: Doğru dürüst bir yatacak yerden, üniformadan; gıdadan, ücretten…”[x]

Çavuş Mihalis Papadakis, 15 Haziran 1922 tarihinde günlüğüne şunları yazar: “Bu tecrit ve eylemsizlik halinin ne kadar süreceğini Allâh bilir. Hızlı ya da hiç değilse uzak kurtuluşa dair bize umut verebilecek hiçbir işaret yok. Sabırsız­lık ve gerginlik hepimizi esir almış halde.”

Türk Askeri polis Teşkilatı Yunan Ordusunun durumunun farkındadır, durumu  raporlarında  ayrıntılandırılmıştır.

İngiltere daha vahim tablo çizer: Yunan ordusu Türkiye’nin içerilerinde çaresiz durumdaydı. On yıldır birileriyle savaş yapıyordu. Müttefikleri ve Amerikalılar kredileri iptal ettiklerinde Yu­nanistan fiilen iflas etmişti. Kış şiddetliydi, giysi ve gıda sıkıntısı korkunçtu, teçhizat bozuktu, liderlik yılgınlığa düş­müştü. Adamlar düşman bir ülkede tecrit ve terk edilmişlerdi. ‘Dokuz aydan fazla bir süre, Türkler beklediler, Yunanlar da­yandılar,’ diye yazıyor Churchill.[xi] Churchill, Yunan ordusunu Kasım 1919’da terk edildiğini, tercihin Kemal’den yana kullanıldığını biliyordu.

Grev ve Ricat

“Bir mırıltı dolaştı bütün siperi. Emirden çok bir yılan ıslığını andıran bir fısıltı. Gelip bize ulaştı ve kurtaracak yerde dehşete saldı bizi:

“Ricat!”[xii]

Askerlerin sabırsızlıkla beklediği “kurtuluş,” yani savaşın son bulması, muhtemelen onun bekleme­diği bir biçimde de olsa 1922 yazının sonunda  sonra aniden gerçek olur.

Ağustos ve Eylül 1922’de cephedeki Yunan askerleri artık asker olmak iste­mediler, tabir-i caizse “iş bıraktılar.’’ Onların gre­vi, savaşın sonunu tayin eden belirleyici bir etken olacaktı. Ordudaki “moral kriz” komuta kade­mesinin askerlerin savaşa devam etmek için rızasını devşirmekte giderek zorlanması anlamına geliyordu. Bu “moral krizin” çözümsüz kalması, etkili Türk taarruzuyla birleşince Ağustos sonun­da askerlerin “grevine,” yani savaş politikalarına verdikleri koşullu rızayı tümden geri almalarına yol açtı. Savaş böylece sona erdi.

Yunan ordusunu durumunu bu şekilde özetledikten sonra Türk tarafında ne oluyor dersek, ‘Milli mücadele’nin etkin komutanlarının İsmet’in, Fevzi Paşa’nın hayatta olduğu 1960 yılında,  Kemal’e 30 bin kişilik darbe yememiş ordu hediye eden Karabekir’in yazdıklarına baktığımızda savaşın seyrini grevci askerlerin tayin ettiğini görmek şaşırtıcıdır.

Kazım Karabekir Türk cephesinin durumunu şu sözlerle özetler: “Kemal Paşa muharebeyi kaybettiğine hükmederek ric’at emri vermiş ise de Fevzi Paşa bunu sabahki vaziyeti gördükten sonra kumandanlara tebliği münasip görmüş. Hâlbuki sabahleyin düşmanın ric’ati görülünce[xiii] zaferin bizde kalması bu suretle temin olunmuş… Fevzi Paşa bana bu muharebeden bahsederken, bunu kendi kazandırdığını, fakat herkesin Mustafa Kemal kazandırdı zannettiğini söyledi… İhtiyatların hatalı olarak sağ cenaha toplatıldığını görerek sola alıyor, ric’at emrini tehir ederek felaketi durduruyor…” [xiv]

Savaşın haklılığına artık inanmayan, bütün çektiklerinin ve ödedikleri be­dellerin bir hiç uğruna olduğunu düşünen asker­ler, Türk  taarruzunun ardından kalıp savaşa bir bi­çimde devam etmek için bir neden görmüyorlardı.

“Asker grevi” ifadesi savaş sonrasında Yunan ordusunun savaşı yürütme kapasitesinin ani biçimde ortadan kayboluşunun bir açıklama­sı olarak sıklıkla kullanılacaktır. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun kurucularından Avram Benaroya da anılarında, “cephedeki askerlerin gre­vi Küçük Asya trajedisine nihayet verdi” diye yazar.”

Angelomatis’in Atina Akademisi tarafından da ödüle layık görü­len Hronikon tis Megali Tragodias [Büyük Trajedi­nin Günlüğü] adlı çalışmasında, Anadolu’da bir askeri yenilgiden ziyade bir “askeri grev” yahut “bir tür grev”in söz konusu olduğu ifade edilir.

As­kerler de anılarında grev tabirini kullanmaktan çekinmezler. Örneğin Kostas Dulas hatıratında şöyle yazıyordu: “Daha önce düşman karşısın­da asla yenilmemiş bir ordu geri çekilmeye baş­lıyordu. Bu ordu eğer gerçekten isteseydi kaybet­tiklerini yeniden kazanabilecek bir konumdaydı. Greve giden bir orduydu bu.”

Giritli Teğmen Yanis Yalirakis ise şunları yazıyordu: “Ordu sa­vaşın hiçbir meşruiyeti olmaksızın uzayıp gitme­sinden ve cephede yalnız bırakılmaktan yılmıştı. Greve böylece gitti.” Teğmen Nikolaos Deas ise hatıratında kendisi ve başka subayların firarile­ri birliklerine dönmeye ikna etmeye çalıştıklarını, onlara “bu grevin onları kurtaramayacağını” an­lattıklarını aktarır.”

Yunan Ordusunun son komutanı General Trikupis yolun sonunu şu sözlerle özetler:  “Güney istikame­tinden Türk topçu ateşi başlıyordu… Bundan sonra, borazanlardan biri, kimsenin emri olmaksızın “Ateş kes” borusunu çaldı ve bu suretle ilk hattı işgal eden askerler, kendilerinden 600 metre mesafedeki düşmana ilk kurşunlarını attıktan sonra yer­lerini terk ettiler. Buna hiddetlenerek mezkûr borazana doğru koştum ve “ateşe başla” borusunu çalmasını emrettim. Bu emrimi yerine getirdi… Derhal cepheye git­mek istemiyen bölüğün yanına koştum ve vatan ve namus his­lerini okşayıp vatana karşı olan vazifelerini hatırlatarak on­ları iknaa çalıştım; bölüğün başına geçtim ve sonuna kadar mukavemet etmelerini söyliyerek takip etmelerini istedim. Fakat onlar reddederek … boş yere ve maksatsız olarak ölmeyeceklerini söylediler…”[xv]General Nikolaos Trikupis kendisine bağlı kuvvetlerin kalan  bölümünü yönetme­ye devam etmek ister,  fakat askerler kendisine itaat etmez. Askerler kendi topçularını, ateş açtıkları takdirde ölümle tehdit ediyorlardı. Bir başka grup askerse subaylarına, eğer çatışmayı. sürdürürlerse kendilerini yakala­yıp Türklere teslim edecekleri tehdidini savur­maktaydı.

“Greve giden” sadece ön hatlarda bulunan as­kerler değildi. Cephe hattının gerisinde olan bir­liklerde dahi Türk taarruzunun haberlerinin gel­meye başlamasıyla birlikte disiplinsizlik vakaları ve düzensizlik artmaya başlar. Takviye için Trak­ya’dan İzmir’e sevk edilen birlikler bunun iyi bir örneğidir. Trakya’dan getirilen 28. Alay, İzmir’e varınca “mutlak bir çöküş” manzarasıyla karşı­laşır. 28. Alay aslında maddi ve moral açıdan oldukça iyi du­rumda olmasına karşın İzmir’e gelmesiyle birlikte çözülmeye başlar… Moral çözülme öyle hızlı olur ki savaş meydanında düşmanla hiç karşılaşmamış Alay, savaşma kapasitesini yitirir.  Alaydan arta kalanların Sakız adasına sevki sırasında da asker­ler ayaklanır ve kaptanı, gemiyi dosdoğru Pire li­manına götürmesi için zorlar. Ayaklanan askerlerin Sakız’a yanaşmaya “ikna edilmeleri,” ancak başka savaş gemilerinin onları hedef alması ve boyun eğmedikleri takdir­de bombalanacakları tehdidiyle mümkün olur…Takviye güçle­rin savaşa dahil olmayı reddetmesi, Yunan or­dusunun geri çekilse de toparlanmasına, yeni bir savunma hattı oluşturmasına mani olan temel et­kenlerden bir tanesiydi… geri çekilme esnasında askeri disiplin neredeyse bütünüyle or­tadan kalkmıştı… Askerlerin bir bölümü “Yaşasın Lenin!” gibi sloganlar eşliğinde askerleri itaatsizliğe sevk edi­yor, subayların şehir içindeki kuvvetleri düzenle­yerek bir savunma hattı oluşturmasına karşı di­reniyordu.  Anadolu’dan, savaştan kaçmaya çalışan askerlerin bir sloganı, kendilerini cephe­de terk ettiğini düşündükleri siyasetçilere ve dev­lete öfkelerini açığa çıkarıyordu: “Atina’yı Yak­maya Gidelim!”

İsyan

“Küçük Asya Seferi, “Yunan askeri ceza kanununun tarif et­tiği kapsamda çok sayıda isyana tanık oldu. Çoğu uzun süreli çatışmalar sırasında ya da hemen sonrasında cereyan eden küçük ölçekli ve spon­tane hareketlerdi bunlar. Birçok durumda isyan, askerlerin cephede kendilerine emredilen mevzi­de saf tutmayı reddetmeleri şeklinde cereyan etti.

İsya­na neden olan sebepler benzer olsa da, Tekirdağ isyanı diğerlerinden  farklıdır.  askerler bu kez şu ya da bu emre uymamak adına değil, terhis edilmek ve savaşa son verilmesi için ayak­lanır. Dahası isyan sonucunda koca bir şehir, ne­redeyse bir gün ayaklanan askerlerin kontrolüne geçer. Tekirdağ’da cereyan eden, emre itaatsizlik şeklindeki kısmi bir isyan değil, “grevin” Yunan ordusunun çözülme­sine yol açtığı koşullarda meydana gelen bir terhis ayaklanmasıdır.

isyan bir gün boyunca sürmüş, şehir ancak takviye birliklerin gelmesiyle isyancılardan “temizlenebilmiştir”. Olaylar sırasında askerlerin bir kısmının kızıl bayraklar taşıyor ol­duğunun bütün kaynaklarda belirtilmesi de dik­kat çekicidir.

Derhal  terhis edilmek sadece Tekirdağ’dakilerin değil, cepheyi terk eden hemen bü­tün askerlerin talebiydi. Geri çekilen Yunan or­dusunu Anadolu kıyılarından adalara taşıyan Yunan gemilerindeki yenik, demoralize olmuş, “grevdeki” askerler için savaş artık sona erdiğine göre evlerine dönmek tek düşünceleriydi.

itilaf Devletleri temsilcile­ri Yunan askerlerinin içerisinde bulunduğu di­siplinsizlik halini Bolşevizme mal ederler.

Yunan ordusu saflarında Bolşevik propagandanın arttığına dair haber ve şayialar, Tekirdağ’da ayaklanan asker­lerin kızıl bayraklar taşıdıklarına dair tanıklıklar, Bolşevik etkisinin gerek Yunan gerekse İtilaf Dev­letleri açısından endişeyle karşılanan bir olasılık olduğu anlamına geliyor.

Tekirdağ’daki isyanın bir “Bolşevik tahriki” neticesi gerçekleştiği sonucuna varan gözlemcilerin çokluğuysa isyan etmiş bir ordunun yarattığı siyasal ve sosyal tehdidin dö­nemin siyasal ve askeri elitinde nasıl bir endişeye neden olduğunun açık bir işaretidir.

Rizospastis gazetesinde 7 Eylül 1921 tarihinde yayımlanan bir asker mektubu, asker komünist­lerin “plutokrasinin kara ordusunu, militarizm, sermaye düzeni ve klerikalizmi devirecek kızıl orduya dönüştürme” kararında olduğu ifadesiyle sonlanır.” Eylül 1922’de bu “kara ordunun” ger­çekten kızıla çalma ihtimali karşısında çok kişi korkmuş olmalı. Askerlere dönük “Bolşevikleşmeyin” çağrısının ardında işte bu kaygı vardır.

1922 yılının Ağustos sonunda Yunan askerle­rinin greve gitmesi, sonra da terhis edilmek için ayaklanması, savaşın sonucunu belirleyen temel bir etkendi. Savaşı kaybetmeden yenilgiye uğradılar…

Binbaşı Vasilios Asimakis 1931 yılında, savaş sırasında yazmış olduğu hikâyeleri kitaplaştırdı­ğında şöyle bir not düşer:  “Rum ancak gerçek­ten istediğinde asker olur ve ne yazık ki o bunu her zaman istemez.”

Yunan ordusunun grevi, 1917’de Rusya’da ya da 1918’de Almanya’da olduğu gibi devrimin önünü açmaz. Venizelosçu kamp orduda kontrolü zor da olsa sağlayarak toplumsal öfkeyi Kralcı hü­kümete yöneltmeyi becerir ve bir askeri harekât­la iktidara gelir. SEKE’nin savaş sırasında aldığı tutum, yaşanan felaket karşısında onu haklı çıkarmış oldu. Genç Yunan komünist hareketi savaştan yara almış, an­cak meşruiyet ve itibar anlamında güçlenmiş ola­rak çıktı.

Ancak zamanla komünistlerin Türk-Yunan savaşı sırasındaki faaliyetleri unutuldu. 1935 yılında Komünist Parti Genel Sekreteri Nikos Zacharyadis, “Küçük Asya Seferi, sadece yeni Türki­ye’ye vurmuyordu, Yunan halkının da yaşamsal çıkarlarının karşısındaydı. Bu nedenle burjuva- ağa iktidarının Küçük Asya’daki yenilgisine üzül­mekle kalmadık onu arzuladık da” diye yazsa da.  1930’lu yılların ikinci yansından itibaren parti, bu pek de vatanperverane olmayan enternasyonalist hatırayı bir nevi unutuluşa terk etti.

Türkiye’de de benzer bir unutuş söz konu­su olur. zamanla bu vurgu Türkiye­li sosyalistler arasında da silinmeye başlar. Hat­ta Mihri Belli, Yunan İç Savaşı’na dair hatıratın­da Yunan komünistlerinin savaş karşın faaliyetini Türk zaferinin temel nedenleri arasında sayan­ları eleştirir. Belli’ye göre daha “enternasyonalist” görünmek isteyen kişiler, zaferin belirleyici gücünü, yani işgalciye karşı ulusal silahlı direnişi unutmakta ya da hafife almaktaydılar.

Yıllar geçtikçe Türkiye sosyalist saflarında Yunan komünistlerinin savaş sırasındaki faaliyetleri göz ardı edilir, neredeyse bütünüyle unutulur.

Oysa unutmak, sadece bir hadiseyi hatırla­yamamak değil, onu nasıl hatırladığımızdır da.

Yazıyı direnişi ve grevi örgütleyen Komünist asker Pulyopulos’un İkinci emparyalist savaş sırasındaki direnişi ve enternasyonal tavrı ile noktalayalım:

Anadolu cephesindeki savaş karşın faaliyetin belki de en önemli ismi Pandelis Pulyopulos’un sonu, hayatını adadığı enternasyonalist geleneğe uygun olur. Pulyopulos, başka komünistlerle birlikte 1943 yılında Yunanistan’ı işgal etmiş olan faşist İtalyan kuv­vetlerince kurşuna dizilir. Pulyopulos, kurşuna dizilmeden önce idam mangasına İtalyanca hi­tap eder ve antifaşist argümanlarla onlardan sınıf kardeşlerine ateş ederek suç işlememelerini ister. İtalyan halkının ve onun silah altındaki çocukla­rının da Yunan emekçileri gibi faşizmin ve sava­şın kurbanı olduğunu hatırlatır. Pulyopulos’un cesaret ve coşku dolu nutku karşısında tereddü­de düşen askerler emre uymayı reddeder, ateş et­mezler. Bunun üzerine Pulyopulos, bizzat silahla­rına sarılan faşist subaylar tarafından katledilir.

[i] Şefik Hüsnü’nün liderliğindeki Kömünistlerin 1922 tarihli, “Maskeler Aşağı” başlığını taşı­yan bu bildiri, Yunan komünistlerini Türk zafe­rinin asli müsebbiplerinden biri olarak anıyordu. Aktaran Mete Tunçay, Eski Sol Üstüne Teni Bilgiler, Bel­ge Yayınlan, İstanbul, 1982, s. 190-191.

[ii] Foti Benlisoy, Kahramanlar Kurbanlar Direnşçiler Trakya ve Anadolu’daki Yunan Ordusunda Propaganda, Grev ve İsyan (1919- 1922) İstos Y. 2014.

[iii] Generak Trikupis, Hatıralarım, Kitapçılık tic. Ltd Şti. y. Çev . Ahmet Angın, 1967, s 84

[iv] 20 Eylül 1920’de SEKE’nin gazetesinde yayımlanan açıklamanın gi­riş kısmı, seçim kampanyasının asıl konusunun savaş karşıtlığı oldu­ğuna tanıklık etmektedir:

Çok uzun süreden beri cesetlerimizi Balkanlar, Rusya ve Anadolu’nun dağlarına sererek, taşını toprağını kuru­muş kanımızla boyadık. Örgütlü şiddetin zincirleriyle bi zi bağlayan, evlerimize sefalet perdeleri geren bizi yöne­ten patronlar şimdi, mide bulandırıcı zaferleriyle bizden ‘anavatan ’ın genişletilmesi için ve ‘köleleştirilmiş kar­deşlerimiz ’in özgürleştirilmesi için oy istiyorlar. Patron­ların Ağustos ’ta açıkladıkları, plütokrasinin parazitleri­nin ve kuklalarının ‘ulusal gurur ’ göz yaşları içinde al­kışladıkları ‘Büyük Yunanistan ’ın anlamı, bizim çok uzun süreden beri yaşadıklarımızın tekrarından başka bir şey değildir.

Bu açıklamayı daha da etkileyici kılan, cephede bulunan Pantelis Pulyopulos adındaki genç bir asker tarafından kaleme alınması ve ‘Cephedeki Komünist Askerler Grubu’ adına imzalanmış olması­dır. Pulyopulos, 1920’de askere alındı. İzmir’e vardığında Michalis Oikonomou, Miltiadi Zafeiriadis, Niko Bonano, Foteini, Türk sosyalisti Ali ve başkalarından oluşan hücreyle tanıştı. Cem Uzun, Kemalizm Sol Değil,  Antikapitalist, 2004, s 133-134

[v] Cem Uzun, Kemalizm Sol Değil,  Antikapitalist, 2004, s 133

[vi] General Trikupis, Hatıralarım, Kitapçılık tic. Ltd Şti. y. Çev . Ahmet Angın, 1967, s 83-84

[vii] Cem Uzun, Yüzleşme Zamanı “Kemalizm Sol Değil”, Resmi Tarih Tartışmaları  Ed. F. Başkaya, içinde, Özür Ün. K. 53 2005. S 17. Yunan orduları­nın çözülmesi, çürümesi denilen şey gerçekte ne­dir? Bunu kimse kendi kendine veya daha iyi bi­lenlere sormadı, bir yıldırım hızıyle gelişen Türk yengisini kolaylaştıran bu durumu, Yunan sosya­listlerinin savaş aleyhindeki ve Yunan burjuvazi­sinin Yunan ulusuna karşı işlediği hayınlıklar ko­nusunda yaptığı şiddetli propaganda ve iki ulusu kardeşliğe doğru iten özendirici yayınlar sağla­mıştır. Yunan ordusundaki işçi ve köylülerden ku­rulu birlikler dağılmış ve “Yaşasın Lenin!” diye haykırarak subaylarının cesedi üstünden İzmir yönünde geri çekilmişse, bu Yunan Sosyalist Par­tisi üyesi savaşçıların korku bilmez çabaları yardımıyle olmuştur. Aydınlık, Sayı 9, 20 Eylül 1922, Şefik Hüsnü, Türkiye’de Sınıflar, Ülke y.1975, s94

[viii] Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadoluya, çe. Atilla Tokatlı, Can Y.2013. s 208-209

[ix] General Trikupis, Hatıralarım… s 86

[x] Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadoluya, çe. Atilla Tokatlı, Can Y.2013. s 196

[xi] Marjorie Housepian Dobkin, İzmir 1922 Bir Kentin Yıkımı, çev. Attila Tuygan, Belge, 2012 s 139-140

[xii] Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadoluya, çe. Atilla Tokatlı, Can Y.2013. s 214

[xiii]  Yunan askerinin ricatını Fevzi Paşa’ya bir çavuşun bildirdiği rivayet edilir

[xiv] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1960, sayfa 997.

[xv] General Trikupis, Hatıralarım… s 101-102