Tomas Çerme: Süryani Halkı, Dil, Kültür Ve Tarihi Üzerine Düşünceler

Suriye bölgesinde Aramik-Arami1 dilini konuşan, tarihi eskile­re dayanan ve “Siri” adı verilen bir topluluk yaşamaktaydı. Aramiler, MÖ 4. ve 3. yüzyıllarda Filistin ve Suriye’nin yanısıra Harran’da da bu­lunmaktaydı. Aramilerin Yahudili­ğin bir kolu olduğu da söylenmekte­dir. Bölgede konuşulan dil, Arapça ve antik Siri dilinin karışımı bir ya­pıyı ortaya koymaktadır. Ancak 12. yüzyılda antik Siri dili Aramice,2 Ba­tı Süryanileri için de, ölü dil haline gelir. Turoyo3 ile günümüzde konu­şulan Süryanice’de Arapça sözcükler olduğunu görmekteyiz. Süryanilerin dili, kültürü hakkında bölge üniver­siteleri bilimsel yönteme dayalı, sis­tematik ve yeterli araştırmalar ürete­memişlerdir. Yer yer makale, lisans ve lisans üstü tez çalışmalarına rast­lamaktayız. Bazı Süryani tarihçiler, Süryanile­rin kökeninin bir ırka bağlanamayacağı görüşündedirler. Süryanilerin ilk kolonileşme merkezi olarak Urfa şeh­ri gösterilmektedir. Oysa Süryani ki­lisesi, ilk örgütlenmenin Antakya’da gerçekleştiğini iddia etmektedir.

Asuri-SüryaniSüryaniler üzerine sosyo-antropolojik, linguistik ve tarihi açıdan ye­terli inceleme ve araştırmanın bu­lunmayışı bazı soruların cevaplandı­rılması açısından zorluklar ve karışık­lıklar yaratmaktadır. Kültürel yapıla­rına bakacak olursak; bazı benzer un­surları Yezidilerin yaşadıkları kültür alanlarında da görmekteyiz. Yezidi ve Süryani töreleri arasında önemli pa­ralellikler ortaya atılmaktadır. Örne­ğin, zamanla bölgedeki Yezidilerin bir bölümünün Süryanileştiğini söy­leyebiliriz. Böylece kendi usûl ve adetlerini de Süryani kilisesine ak­tarmışlardır. Örneğin, günümüzde İs­veç’teki Süryani cemaatinin bir kesi­minin ayin dili Kürtçe’dir. Bir başka örnek de Yezidi Kürtçe dilinde “Bazımbar” yedi renkli iplikten oluşan, Paskalya yortusundan önce tutulan Büyük Oruç süresince takılan bir bi­leziktir. Güneşin renklerini taşıyan bu iplikler güneş kültürünün sembo­lüdür. Aynı zamanda bu gelenek Er­meni Şemsilerin (güneşoğulları, arevortik) de töreleridir.

Süryaniler ve Yakubiler

Kalkedon toplantısından bir asır sonra 543’te, Süryani manastırından gizlice ayrılan Yakup Zenzala veya Baraday (keçe giysili, saçı sakalına karışmış kimse) adlı Asuri (Süryani) rahip, İskenderiyeli Patrik Deodisyus tarafından Efes’te gizlice takdis edilir. Yakup Baraday sayesinde, Bizans’ın bütün saldırılarına rağmen, Asur (Süryani) kilisesi güçlenmiş ve geniş­lemiştir. Baraday’ın şöhreti o kadar yayılmıştır ki, Asur (Süryani) kilise­si onun adıyla, Yakubi olarak anılma­ya başlanmıştır; Baraday ise 578’de vefat etmiştir.

Yakubiler, önceleri Antakya, Suri­ye, Orta ve Kuzey Irak’ta yerleşmiş­lerdi. Daha sonraları Antakya ve Su­riye’den doğuya doğru yer değiştirdi­ler. Böylece Güneydoğu Anadolu ile Kuzey ve Orta Irak, Süryani Yakubilerin yaşadıkları kalabalık bölgeler haline geldi.

Yakubiler, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında da geniş bir alana da­ğılmışlardır. Ancak, en çok Güney­doğu Anadolu, Suriye, Lübnan, Filis­tin ve Irak’ta yaşamışlardır. Bu bölge­lerin birçoğunda küçük topluluklar halinde bulunmuşlar, bazı yörelerde biraz daha kalabalık olmuşlarsa da, büyük topluluklar oluşturamamışlar­dır. Yakubiler, mezhep ayrılığı nede­niyle de aralarında birlik kuramamış­lardır; mezhep bakımından iki ana gruba ayrılırlar: 1. Ortodoks Süryani­ler, 2. Katolik Süryaniler.

Süryani KilisesiBugün Asur asıllı kabul edilen Yakubilerin, Kuzey ve Orta Irak’ta çok kalabalık olması gerekirdi, ancak Müslüman Arapların bu topraklarda yayılması buradaki Hıristiyan halkı kısa zamanda azınlık durumuna dü­şürdü. Buna rağmen buralarda Sürya­ni olması kuvvetle muhtemel birçok Hıristiyan merkezi vardı. Bunların en önemlileri Deyr-ül Akül, Deyr-ül Caselik ve Deyr-ül Cemacım’dır. Arap istilası nedeniyle Orta Irak’ta bulu­nan Süryani merkezleri Güneydoğu Anadolu’ya kaydı. Midyat, Diyarba­kır, Urfa, Malatya, Elazığ, Rumkale ve çevreleri Osmanlı yönetiminin başlangıcında Yakubilerin en kalaba­lık olduğu yerlerdi. Hatta Malatya ve Rumkale zaman zaman patriklik mer­kezi oldu. Malatya’da iki önemli Sür­yani tarihçisi Büyük Mihail ve Eb’ul Farac yetişti. Eb’ul Farac’ın annesi Asuri, babası ise Yahudi’ydi. Ermeni­lerle kurdukları yakınlık nedeniyle bazı Hıristiyan Arap toplulukları da Süryanileşmiştir. 6. yüzyılda Suriye’de bulunan Beni Lahm, Beni Cüzam ve Beni Gassan (Gassaniler) kabileleri Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra kendilerini Süryani saymışlardır.

Süryaniler Roma’dan ayrılmış ve kendilerine özgü kiliselerini (Yakubi veya Süryani Ortodoks kilisesi) kur­muşlardır. Süryanilerin önemli bir ke­simi, bu yeni kiliseye bağlandı. An­cak bir sonraki yüzyılda Süryaniler arasında Katoliklik yeniden yayılma­ya başladı. İlk Süryani Katolik patrik­hanesi, 1783 yılında, Mardin yakınla­rındaki Der Zafaran Manastırı’nda kuruldu. Ancak bu kuruluş diğerle­rinden farklıdır. Çünkü sadece Yakubi-Süryani Patriği Mihail Cerve Ka­tolik olmuş ve Der Zafaran’ın Katolik patrikhanesi olduğunu ilan etmiştir. Yakubi mezhebinden olan Süryani halk, yeni bir patrik seçerek Mihail Cerve’yi Der Zafaran’dan uzaklaştır­dı. Mihail Cerve, Lübnan Dağları üzerinde Kesrevan kasabasının Darun Harise köyünde Cerve Manastırı’nı kurdu. Böylece, Katolik Süryani Patrikhanesi’nin temeli atılmış oldu. 1850 yılında Cerve’deki patriklik merkezi Mardin’e getirildi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra ise, patriklik mer­kezi yine Cerve Manastırı’na taşındı.

Süryani Patrikhanesi

İlk Yakubi-Süryani patrikhanesi 543 yılında Antakya’da kuruldu. Fa­kat patrikliğin sadece adı Antakya Patrikliği’ydi. Patrik kişisel gezileri dı­şında Antakya’da kalmıyordu. Patrik­hane bağımsızlığını ilan ettikten son­ra, uzun bir süre çeşitli yerleri patriklik merkezi olarak seçti. Bu dönemlerde Halep, Urfa, Har­ran, Rakka, Malatya, Der Zafaran, Mayfarkin (Silvan), Diyar­bakır patriklik merkezi oldu.

1292 yılında Çukurova’dakinden ayrı olarak Der Zafaran satın alınarak ikinci bir Yakubi- Süryani patrikhanesi kuruldu. 1364 yılında da Midyat’ta, üçüncü Yakubi-Süryani patrik­hanesi kurulmuş ve böylece pat­rikhane sayısı üçe çıkmıştı. 1493 yılında, Midyat’taki pat­rikhanenin başına, aynı zaman­da üç patrik birden geçti ve bu patrikhane iki yıl sonra kapan­dı. Çukurova’dakinden sonra Midyat’taki patrikhanenin ka­panmasıyla, merkez Der Zafaran’da olmak üzere, geriye bir Yakubi-Süryani Patrikhanesi kaldı. Der Zafaran’daki patrikhane 1924 yılından sonra Humus’a, sonra Şam’a taşındı.4 Der Zafaran’da oturan Yakubi patri­ğinin devlete başvurması İstanbul Er­meni Patriği aracılığıyla mümkün olurdu. Devletle olan ilişkilerden İs­tanbul Ermeni Patrikhanesi sorumlu­dur. Süryaniler 1918’e kadar Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı kaldılar ve 1960 yılına kadar, dinî bayramları olan Doğuş Bayramı’nı Ermenilerle beraber 6 Ocak’ta kutlarlardı. 1965 yılma kadar da İstanbul’daki Süryani çocukların bir kısmı Ermeni okulla­rında eğitim görürlerdi. Aynı dönem­de İstanbul Rum okullarında eğitim gören Süryani çocuklar da vardı.

Tur Abdin

Sakinleri tarafından Kürtçe’de “Etor” veya “Etur” Dağları olarak ıs­landırılan, edebiyatta ise dahi çok “Tur Abdin” olarak geçen (orada bulunan ve şimdi genelde yıkılmış manastır ve kiliseler dolayısıyla tapanların Toros Dağları anlamına gelen) ve eski zamanlarda (Masius) Masis olarak bilinen dağlık bölge milattan önceki yüzyıllarda Ermeni Krallığı bölgesindeydi. (Dikran II Dönemi, MÖ 95). Bölge, MÖ 55’te Romalıların eline geçti. Pers hakimiyetinden sonra yine Ermeni Krallığı’nın eline geçti. Daha sonra ise, Bizans’ın Doğu sınırına dahil oldu. Tur Abdin, MS 640’ta, Arap (Müslüman) ordusu ta­rafından fethedildi. Birçok manastır camiye çevrildi. Pek çok manastır ve kilise de yıkıldı. Asuri-Süryaniler, Irak ve Suriye’den bölgeye gelerek, Ermeni ve Bizans kalıntıları olan ve terk edilen bu manastırlara yerleşti­ler. Bölgede bulunan Ermeniler, Kürtler, Yezidiler, Ermeni Şemsiler, Rumlar ve Araplar her alanda kay­naştılar. Müslüman Arapların tahrip ettiği Ermeni ve Bizans mabetlerini tamir eden Süryaniler, bu manastır ve kiliseleri Süryanileştirip kullandılar.Bu kilise ve manastırların sunak­ları Doğu’ya dönüktür. Bu usûl Erme­ni Şemsilerin güneşe tapma inançla­rının kalıntılarıdır. Batı Süryanileri uzun bir süre kilisede Rumca’yı kul­lanmışlar, daha sonraları şehir mer­kezleri ve çevre köylerde yaşayan halk Rumca’yı anlayamadığı için Süryanice’yi kullanmaya başlamıştır. Ancak zamanla halk Süryanice’yi de anlayamaz olmuş, Turoyo denilen bir Arap diyalekti haline dönmüştür.
Tur Abdin’in merkezi Midyat’tadır. 1892 yılı istatistiklerine göre burada 6.600 kadar Rum Ortodoks vardı. Mar­din nüfusunu oluşturan bu veriler, da­ha sonraki yıllarda değişikliğe uğramış­tır. Rum Ortodoks nüfusu asimile ola­rak Şemsi ve Yezidilerle aynı kaderi paylaşır. Dıştan gelen kaos ve içten Süryanilerin misyonerlik faaliyetleri bu kaçınılmaz sonu getirir. Süryaniler tarafından bugün bile, Rumlardan ka­lan adlar kullanmaktadır: Koço, Stefanos, Yunan, Kostantin gibi…

Cebel-i Tur bölgesindeki Hıristiyan toplulukların durumunu araştıran Claudius James Rich, Nasturi5 ve Süryani ruhbanla ilgili şunları aktarmaktadır:
“Nasturilerin Patriği Cebel-i Tur Dağları’ndaki Kokhannes’de ikâmet eder. Yasalları üzerinde ölüm veya ya­şamlarına karar verme yetkisi vardır. Bu dinî mezhebin başı olmaktan ziya­de savaşçı bir kabilenin şefine benzer. Kendisiyle yalnızca ‘aşiret reisi’ ve mızrak ve tüfek kullanıcısı olarak övünür. Yakubilerin barbarlığı ve ce­haleti inanılmayacak ölçülerde. Bu aralar Tour’un dağlık bölgelerindeki bir piskopos tüfek kullanmada cema­atlerinin en namlı eşkiyası kadar usta. Tüfeğini hep yanında taşıyor, ayin­deyken bile. Kilisenin kapısındaki bir kavgada etkin bir rol almak için kut­sal görevini sıklıkla kestiği biliniyor.”6

Asuri Süryanilerde Hıristiyanlık

Hıristiyanlığı seçmiş Asuri ve Aramiler’in din adamları, benimsenen ye­ni din uğruna seferber oldular. Orta­doğu’dan çevreye yayıldılar, evlerini, aile ve yakınlarını hattâ yaşadıkları toprakları terk ederek kilise ve manas­tırlar çevresinde toplandılar. Dinî eği­time kendilerini ada­dılar. Asuriler yeni bir kültürün potasın­da yoğrulup değişime uğramaya başladılar.

Asur halkı Hıristi­yanlık öncesi din ve inançlarını tümüyle terk etmedi. Binlerce yıllık Babil Ninoue kültür mirasını, tapı­nak törenlerini Hıris­tiyanlık dönemine taşıdı. Örneğin pa­pazların dinsel tören­lerde mihrabın önünde kullandığı giysiler, buhurluk, tütsülük, ziller hep eski dönemden kal­maydı. Kilise, Hıristi­yanlık dinini Asur halkı için en yüksek yaşam noktası olarak gördü. İlk dönemler­de Suriye’nin kuzey kesimlerinde kendini gösteren Hıristiyan­lık burada konuşulan şive, kısa bir sü­re sonra Hıristiyan dili haline dönüş­tü. Sami dil uzmanları, Aramice’nin bu biçimine Süryanice demektedirler.

Süryani kilisesi Doğu’nun kilisele­rinden biridir. Bu kilise, Süryani hal­kının asırlarca bir yerden bir yere gö­çü dolayısıyla Doğu’nun en küçük, dağınık ve zayıf kiliselerinden biri durumuna gelmiştir. Süryani kilisesi­nin Doğu’nun Ortodoks kiliseleri ve cemaatlerinden farkı, devlet anlayışı (devletçilik) olmayışıdır. Yakubi kili­sesi hiçbir zaman devlet içinde resmî kilise olmamıştır.

Süryanilerin kökeni tartışmaları ise noktalanmamıştır. Bazıları, atalarını Aramilere dayandırırken, bir kısmı ise atalarının Asurlu olduğunu savun­maktadır. Köklerini Asurlulara dayan­dıranların daha çok siyasal bir toplum olma iddiası varken, köklerinin Aramilerden geldiğini belirtenler, birlik­teliklerini Hıristiyanlık üzerine kurmaya çalışırlar. Aslında her iki tezde bahsedilen halk kitlesi aynı halktır.

Şemsilik ve Yerleşik Düzen

Süryani-Yakubilerin yerleşik düzene geçmeleri o yörede yaşayan Şem­silerin cebren Hıristiyanlığı kabul edip Süryanileşmesinden sonra ol­muştur. Mardin’de ilk yerleştikleri yer (şehrin doğusu), Şemsilerin Mahal­lesi olmuştur. Süryani-Yakubiler ken­di dinlerini Şemsilere verirken, onlar da Şemsilerden yerleşik yaşama ada­bını almışlardır. Şemsilerin Mahallesi’ne aynı zamanda Kölesiye Mahal­lesi de denir (Köle Mahallesi anla­mındadır. – Arapça-).

1453’te Osmanlılar İstanbul’u fet­hettikten sonra, 1516’da Süryani-Yakubiler, monofizitler olarak Suriye’ye yerleşip İstanbul Ermeni Patrikhanesi’ne bağlandılar. Çünkü devlet monofizit Hıristiyanların başı olarak yalnızca İstanbul Ermeni Patrikhanesi’ni tanımaktaydı. Buradan da Sürya­ni-Yakubilerin bir millet olmadıkla­rını, ancak daha ziyade bir zümre şek­linde yaşadıklarını anlıyoruz. “Zümre”olarak adlandırıldıklarını kendi kaynakları tarafından da kabul edi­len bir gerçektir.7 Süryani-Yakubiler Osmanlı döneminde bile dağlarda göçebe hayat sürmüşlerdir. Yerleşik düzene geçinceye kadar bu dönemlere ait nüfus sayımları da Mar­din şehrinde Süryani-Yakubi halkı diye bir halktan hiç bahsetmemektedir.

T.C. Başbakanlık Devlet Ar­şivleri Genel Müdürlüğü Os- manlı Arşiv Daire Başkanlı­ğına ait 998 numaralı kayıtla­rına göre 1530’da Mardin nü­fusu:
Hane (aile) 2206 İslâmiye 775 Ermeni 1273 olarak gösterilmektedir.
IV. Murat, Bağdat Seferi sı­rasında Mardin’den geçerken Ermeni Şemsilere rastlar, on­ların güneşe taptıklarını öğ­rendikten sonra, kitapsız ol­dukları sebebiyle hepsinin kı­lıçtan geçirilmesini emreder. Mardin etrafındaki Şemsilerin köyleri, Şol, Simarakh, Safari ve Marağı adlı yer­leşim birimleri yerle bir edilir.8 Şemsiler ise Süryani dinine girerler ve za­man zaman Süryanilerle mabetlerini ortaklaşa kullanırlar. Zaman içerisin­de Süryanileşirler ve iki toplum bir­leştirilir. 16. yüzyılda ayrı bir cemaat olarak kaydedilen Şemsiler 19. yüz­yılda yapılan sayımda Süryanilerin içinde sayılırlar. 19. yüzyılın resmî nüfus istatistiklerinde artık Şemsiler geçmemektedir. Bu da gösteriyor ki aradan geçen bu süre içinde bu ce­maat giderek Süryani-Yakubi toplu­mu içine dahil olmuştur. Yörede et­kin bir kültür oluşturan Şemsilik, bü­tün kiliselerin inşasında kendini gös­terir. Hıristiyanlığa geçilirken bütün Şemsi adet ve gelenekleri de Sürya­ni-Yakubi Hıristiyanlığa geçmiş ve bütün mabetleri kiliselere dönüştü­rülmüştür. Şemsilikten gelen güneşe tapma geleneklerinin kalıntıları bu­gün bile Süryani-Yakubi dini üzerin­de kendini göstermektedir. Yapılan kazılar sonucunda bile yöredeki kili­selerden güneşe ait kalıntılar çık­maktadır. Süryani-Yakubi kiliseleri­nin pek çoğu Şemsilik dönemi (Arevortik-Güneşoğulları) mabetlerin­den dönüştürülerek yapıldığı için çan kulelerinin ana binalara sonradan eklendiği görülmektedir. Günümüze kadar Süryani mezarlarında güneş resmi ve sembolleri kullanan aileler vardır ( İstanbul-Kozlu’daki Süryani Kadim Mezarlığı).

1891 yılında Vital Cuinet tarafından yapılan Mardin şehri nüfus sayı­mına göre şehrin Doğu Hıristiyanla­rının dağılımı şu şekildedir.
Ermeni Gregoryen 4330

Ermeni Katolik 1200

Ermeni Protestan 1700

Keldani Katolik 580

Süryani Katolik 90

Süryani-Yakubi 810

Toplam nüfusu 8710 olan Doğu Hıristiyan nüfusunun çoğunluğunun Ermeni olduğu, Süryani-Yakubilerin ise sonradan yerleşik düzene geçme­lerinden dolayı diğerlerine oranla az sayılarda kaldığı anlaşılmaktadır.

Ermeni Şemsiler

Şemsiler (Arevortik-Güneşoğulları) güneşe taptıkları için bu isimle anılmışlardır. Süryani patrik Iğnatyüs İbrahim II. tarafından kaleme alman raporda geçen ifadeyle Şemsilere ait bazı olgular aydınlanmıştır. Bu ifade­den hareketle Şemsi topluluğun 1500 yıllarından başlayarak cebren Hıristiyan oldukları tespit edilmiştir. Şemsilerin nüfusları her ne kadar azalmışsa da I. Dünya Savaşı’na ka­dar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Mardin ve çevresinde 70 haneden oluşan Şemsi aileleri bulunmaktadır. Kendilerine ait bölgeleri ve ibadet­haneleri bulunmaktadır. Yeni yaptır­dıkları kiliseye Bakire Meryem adını vermişlerdir. Bu kilise Mardin Şemsi Mahallesi’ndeydi. Şemsi topluluğu ilk dönemlerinde Süryanilerle hiç karışmak istemeyen, kız alıp verme gibi medeni ilişkilere girmeyen bir topluluk iken, sonraları onlarla bu tür ilişkilere mecburen girmişlerdir. Yakın tarihe kadar Diyarbakır ve Mardin’de kendilerine ait kabristan­ları vardı.
Süryanilerin kendileri hakkında iyi şeyler düşünmediklerini hisseden Şemsi halkı, Süryani patriklerinden kendilerinin samimi birer Hıristiyan olduklarını belirten rapor hazırlan­masını istemişlerdir. Bunun üzerine Süryani Patriği Şemsi halkının iyi bi­rer Hıristiyan olduğunu ifade eden9 rapor hazırlamıştır. Rapor, Ermeni Şemsilerin (Arevortik-Güneşoğulları) Hıristiyan olduğu, mezhep olarak Süryani kilisesine müntesip oldukları ve hiçbir Süryaninin bunlar hakkın­da kötü şey düşünemeyeceğini, böyle bir şeye kalkışanların Allah tarafın­dan lanetleneceği yönündedir.

Mardin Süryani Katolik rahibi İlyas Şem’in 1949 yılındaki vefatına kadar hem Hıristiyanlık hem de Arevortik Şemsilik yaptığı Mardinlilerce bilinmektedir. Son 60 yıl içinde bu gibi önemli ayrıntılara Süryani tari­hinde rastlayamıyoruz.

1915 Ermeni tehcir kafilelerinin konaklama ve geçiş güzergâhı Mar­din idi ve bölgedeki Süryani ailelerin pek çoğu kafileden Ermeni yetim er­kek çocukları evlat edinmişlerdir. Vaftizli olmalarına rağmen Süryani kilisesinde yeniden vaftiz edilir, Sür­yani adı verilir, büyüyen çocuklar yi­ne Süryani kız ile evlendirilip toplu­mun asil üyesi haline getirirlerdi. Bu yetim çocuklar öldükleri zaman geç­mişleri veya asılları hakkında Sürya­ni ruhaniler kesinlikle bilgi vermez, Süryani Mezarlığı’na gömerlerdi.

Mezopotamya’nın başlıca yerleşim bölgelerinden Diyarbakır, Urfa, Mar­din, Samsat gibi yerlerde yaşayan Ermeni-Şemsiler-Güneşoğullarından Yakubi-Süryani mezhebine girenleri her yıl iftiharla 1942 yılma kadar Süryani ruznamelerinde ilan ederler­di. Bir örnek olması bakımından aşa­ğıdaki yazıyı aktarıyoruz:
“Kara-Amid/Diyarbakır şehrindeki eski (Arevortik-Güneşoğulları) mez­hebinden oldukları için Müslüman­ların (Şemsiler) dedikleri mu’tezile Ermenilerden XVII. yüzyıldan kalma (Aile Kütüğü) ve Ruznâme adlı Süryanice eserde (oğlu Turna Huri Başa­ranlar elindedir) Makdisi Yakuboğlu Beşârâ (1863-1942), Aile Kütüğü ve Ruznâme.
Bir örnek daha… Der Zafaran Ma­nastırı güneşe tapma anıtı günümü­zde turistlere ve ziyaretçilere gösteril­mektedir. Ünlü tarihçi Asse’mani’nin Bibliotheca Orientalist adlı ese­rinden öğrendiğimize göre, Der Zafa­ran Manastırı’nda on iki bin şehit as­ker vardır. Şehitlerin hangi millete ait olduğu ise açık değildir.

Yakubi Süryaniler ve Osmanlı İmparatorluğu

Osmanlı împaratorluğu’nda yaşa­yan milletlere zamanın padişahları tarafından ferman verilir ve böylelik­le imparatorluk içinde varlıkları res­men tanınmış olurdu. Oysa Yakubi Süryaniler Osmanlı tarihinde “millet” konumunda olmadıkları için pa­dişahlardan ferman alamamışlardır. Günümüzde padişahlardan Yakubi Süryanilere verildiği iddia edilen fer­manlar daha ziyade şahsi fermanlar­dır. Süryani Yakubileri toplum olarak ilgilendiren fermanlara rastlanmamaktadır.

Yakubi-Süryaniler hiçbir zaman Ermenilerin imkânlarına sahip değil­lerdi. Fakat Ermenilere sağlanan im­kânlardan bir ölçüde faydalanabilir­lerdi. Yakubi Süryaniler Ermenilerin Kudüs’te sahip olduğu haklardan isti­fade ettikleri gibi, Diyarbakır ve Mardin ve diğer yerlerde Ermenilere ait kiliselerde ayin yapmak hakkı ve­rilmiştir. 1896’dan sonra başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslimlerin göç ettikleri bilinmektedir ve 1915 Ermeni tehciri ile Ermenilerin Mar­din’den sürülmeleri sonrasında boşa­lan yerlere Yakubi-Süryaniler yerleş­tiler. Bugün oturdukları evlerin çoğu­nun o dönemden kalma Ermeni yapı­ları olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Ancak zaman zaman Ermenilerden kalan bütün kültür ve tarih mirası­nın, Süryani tarihi olarak yansıtıldı­ğına şahit olunmaktadır. Tur Abdin bölgesindeki Yakubi-Süryani kiliseleri olarak tanıtılan kiliselerin büyük bir kısmı bir zamanlar Ermenilere ve Bizanslılara aittir. Hıristiyanlığın bü­tün mezheplerinde kiliselerin yönü Kudüs’e dönüktür. İstisnayı sadece Ermeniler oluşturur. Bunun nedeni ise Ermenilerin tarih boyunca güneşi en az alan coğrafyada yaşamış ol­malarıdır. Hıristiyanlık öncesi inanç sistemlerinde güneş kutsallaştı. Er­meni kilisesi güneşe tapılan dönem­leri ayinlerinin bir kalıntısı olarak Doğu’ya dönük inşa edildi. Oysa bu­gün o yörede Yakubi-Süryani kilisesi olarak gösterilen kiliselerde Doğu’ya dönük durmaktadırlar, bunun nedeni ise bir zamanlar Ermenilere ait olan bu kiliselerin sonradan Süryanileştirilmesidir. Bu, Yakubi-Süryani tarihi­nin yeniden yazılması anlamına gel­mektedir. Ayrıca Süryanilere ait olan birçok tarihî eserin mimarının kim olduğu açıklık kazanmamıştır, Birçok tarihi eserlerinin mimarını açıklaya- mazlar. Zira Mardin ve civarındaki eserlerin mimarları Hıristiyan Erme­niler ve Şemsi Ermenilerdir.

Yakubi-Süryani tarihi incelendiğin­de, Mezopotamya’daki ve modern Türkiye’deki hayatları dışında başka bilgiye rastlamak mümkün olmamıştır.

Osmanlı dönemi sanki hiç yaşan­mamış gibi geçilmiştir. İstanbul’da bulunan Meryem Ana Ermeni Sür­yani Kilisesi de olayı doğrulamakta­dır. Bunun nedenlerinden en önem­lisi bu topluluğun imparatorluk için­de bir “millet” olarak yaşamamasıdır. Bu nedenle Osmanlı dönemi ile ilgili olarak haklarında yazılı pek fazla do­küman yoktur. Bununla birlikte Er­menilerin Osmanlı topraklarını terk etmeleri ile boşalan yerlere yerleşti­rildikleri tezi doğruluk kazanmıştır. Zira elde olan nüfus sayımları ve tari­hi eserlerden geçen deliller ve Yakubi-Süryani kiliselerinin konumları hep bu tezi destekler tarzdadır. Her toplumun yaşadığı, öldüğü şehirlerde bir mezarlığı vardır. Uzun süre araş­tırmamıza rağmen, Urfa ve Mar­din’de müstakil Yakubi-Süryani res­mî mezarlığına rastlamadık, ancak cenazelerini kilise avlusuna gömdük­leri tespit edildi ve Mardin (Surp Mikail) Mar Mihail Kilisesi’nin dışında ve Der Zafaran Manastırı içinde ve dışında yakın tarihte (1950’den son­ra) mezarlık oluşturdular. İlk kez müstakil İstanbul Mevlanakapı mev­kiinde Rumlarla anlaşarak Süryani Mezarlığı oluşturulmuştur.

Kürt Kültürü Gölgesinde Süryaniler

Özellikle Tur Abdin bölgesindeki Yakubi Süryaniler ve Kürtlerin za­man zaman uyguladıkları evlilik şek­li vardır. Türkçe’de değiş-tokuş anla­mında olan “berdel”e Süryanilerde “berdeli” denmektedir. Bu usule göre bir aileden kız alınırken evlenmek için aynı aileye de bir kız verilir.
Ünlü tarihçi Bağdatlı Mesudi’ye göre Cudi Dağı ve Musul çevresinde Hıristiyan kalan Kürtler, Yakubi (Süryani) mezhebindendir. Diyarba­kır ve Mardin illerimizin uzak köyle­rinden şehre gelen, Süryani kilisele­rinde Kürtçe İncil ve dualar okuya­rak ibadet eden Süryaniler görülmüş­tür. Suriye’deki Süryani Kürtlerin dua metinleri, Bedirhani tarafından yayımlanmıştır.

Süryani ve Kürtlerde düğün­ler birbirine ben­zer. Halay ve şar­kıların renk kattı­ğı, insanların kol kola girdiği oyun­lar, “Hınne ve Lorke” şarkıları da iki toplumun ortak kullandık­ları müziktir.
Hz. İsa Me­sih’in ölüm ve di­rilişinden sonra ibadet edilmesi temelinde müzi­ğin kiliseye girdiği görülmektedir.

Günümüzde Yakubi-Süryani Kilisesi’nde icra edilen müzik makamlarının tümü Kürtçe’dir. Yegâh, Dugâh, Segâh, Çargâh, Pençgâh gibi…

Süryani kilisesinin hakim olduğu ya da yarı hakim olduğu bölgelerde Yezidi Kürtler ile birlikte yaratılan değerler olmuştur (ünlü Süryani mü­zisyen Nuri İskender); Tur Abdin’de müzik anlamında yaşatılan değerler çok yönlüdür. Ancak daha çok kili­seye bağımlı müziktir.
Süryani-Yakubiler kırsal yaşamları döneminden kalan gelenek ve ana­neleri bugüne kadar sürdürmektedir­ler. Kız isteme, kız verme, nişan, dü­ğün, vaftiz ve cenaze törenleri yüzyıl­lardır değişmemiştir. Artık şehirlerde yaşamalarına rağmen törenlerinde kırsal kültürün etkileri devam et­mektedir. Bunlar arasında en ilginci Hıristiyanlık kuralları ile bağdaşmayan, düğünlerde kilise içinde alkış ve zılgıt çekmektir.

Süryaniler ve Konuştukları Diller

Yakubi’Süryaniler, Mardin, Midyat Tur Abdin bölgesi köylerinde yaşarlar, bunlar­dan Mardin ve çevresindeki Benabil, Mansuriye, Kalat- mara, Gölliye köylerinde Arapça konuşulurdu. İdil’de bir tür Arapça konuşulur; Midyat ve havalisindeki halk ise Batı Aramice şivesiyle konuşurlar­dı. Buna bilimsel literatürde Turoyo adı verilir. Bazı Süryanilerin dili ise Kürtçe’dir. Örneğin, Kerboran yerle­şim bölgesi halkının kilise dili de Kürtçe’dir. Siverek Süryanilerinin kilise duaları Kürtçe’dir.

Diyarbakır, Urfa, Elazığ, Malatya ve Adıyaman Süryanileri Türkçe’nin yanısıra Ermenice de konuşurlar, Süryanice bilmezler. Bugün bile Ha­lep’teki Urfalı Süryaniler, Ermenice ve Arapça konuşmaktadırlar ve onlar da Süryanice bilmezler.

Yaptığımız araştırmaların sonu­cunda, Osmanlı dönemi ve Cumhu­riyet döneminde Süryani okullarına ve diplomasına rastlanmamıştır. Bu­gün bile hâlâ tüm dünyada Süryanilerin resmî okulu mevcut değildir. Süryani dilini yeniden canlandır­mak için, 19. yüzyılda Ermeni Patri­ği Mateos’un emriyle ilk matbaa ku­rulur ve Süryanice metinler basılır. Matbaada sadece mezmur ve dua ki­tapları basılmış, hiçbir edebi eser basılmamıştır. Bu matbaa daha sonraki yıllarda Mardin’deki Der Zafaran Manastırı’na gönderilir. Ancak ora­da da Süryanice edebi eserler basılmamıştır.

Hindistan Malabar Kilisesi

Malabar kilisesi Doğu’nun eski Or­todoks kiliselerindendir. Genelde Asuri Süryani kilisesinin bir parçası olarak kabul edilerek “Malabar Asuri Süryani” kilisesi adı altında anılmış­tır. Malabar Kilisesi Hindistan’ın Güney Batı Kerala eyaletinde bulun­maktadır. Malabar Kilisesi’nin üyele­ri Malayamiler, Travilyan ırkına ait olup, dilleri Malayamacadır ki (Tra­vilyan dört dillerinden biridir; diğer dilleri Kannada, Tamiul, Telegu’dur) zaman içerisinde çok sayıda Asuri Malabar’a gidip yerleşerek Malabarlılara karışmıştır. Güney bölgesinde yaşayan Malabarlar, Asuri-Süryani kökenli olduklarına inanırlar.

Az sayıda din adamı Asurice- Süryanice bilir, kilise duaları genelde Malayamaca’dır.
Din adamları yetiştirmek için ruh­ban okulları vardır. 1992 mahkeme kararıyla Asurice öğrenmek isteyen­ler için pazar dershaneleri açılmıştır. Süryanice bilenler nadirdir. Asuri Süryani, Keldani, Nasturilerin nüfu­su 1,5-2 milyon civarında tahmin edilmektedir.

Yakubi-Süryanilerin Tarihi Yazılırken…

Türkiye’de Ermeniler ve Rumların tarihi bir hayli incelenmiştir. Ancak Lozan Anlaşması’nda yer almayan Süryani, Asuri gibi dinî toplulukların gerektiği gibi incelendiği pek söylenemez. Türk toplumunun bu kesimi­ne güncel basın daha ziyade muhtelif verilerle haber nitelikli yazılarında yer vermiştir.

Türkiye’nin dinî ve etnik kesimle­rini konu edinen kitaplar yazan ya­bancı araştırmacılar ise derinlemesi­ne bir çalışma sergilememişlerdir. Kaynak olarak yalnızca tek taraflı Yakubi din adamlarının yazılarını gör­mekteyiz.

Örneğin, metropolit Hanna Dolapönü’nün Mardin’deki kiliselerin ya­pımına ilişkin tarihlendirmesi haya­li olup gerçekle ilgisi yoktur. Ruhani­ler arasında tarih yazmak isteyenler de çıkmıştır. Ancak bazıları tarih kültürü ve tekniğinden habersiz ol­dukları halde tarih yazmaya kalkışmaktalar. Dolayısıyla meydana getir­dikleri eserler, tarih eserinden çok, başka bir hüviyette olmaktadır. Met­ropolit Hanna Dolapönü’nün Mardin Tarihi, Papaz Aziz Günel’in yazmış ol­duğu Türk Süryaniler Tarihi adlı kita­bı ve Gabriyel Akyüz’ün 1998 Mar­din Kiliseleri ve Manastırlar Tarihi adlı kitaplarını örnek gösterebiliriz.

Bizans Tarihinde Süryaniler

Islâm fütuhat tarihinde Suriye (Kadı­köy konsiline uyan) bir patriğe sahip değildi. Antakya’nın karışık durumu İranlıların Doğu istilası neticesinde, 609’dan beri Aziz Anastas 2’den son­ra makamına kimse atanmamıştı. Su­riye’de Athanase adında Antikalkedon bir rahip vardı. Ve bu zat Hierapolis’te 629’da Heraklius ile görüşüp uzlaş­macı bir tutum gösterdiği için patriklik makamına resmen hak kazanmış gibi görünüyordu. Bu durumun ayrıcalıkla­rını Yakubiler (Süryaniler) güzel değer­lendirdiler ve Araplar zaten kabul et­meye hazır olduğunu gözler önüne serdiler. Araplar bu halka karşı iyi ni­yetliydiler. Nasıl olmasınlar ki? Bu Hıristiyanlar Bizanslılardan nefret edip Araplara hizmete hazırdılar. Süryaniler için İslâmiyet bir intikam aracıydı. İs­tanbul Patriği Basileus’u, Süryani Afhanas’ı kabul etmesi kendi halkı olan Süryanileri rahatsız ediyordu. 628- 629 yolculuğu sırasında Süryani kili­sesinden ayrılanların kilise bünyesine geri toplarken bile kan dökülmüş, fa­natik keşişler olaylar yaratmışlardı. İs­lâm hakimiyeti tüm bunlara son ver­mekte ve İslâm’a hoş geldin derler. Kan ve lisan kardeşi olduklarından bu tavır yadırganmamalıdır (örnek, Sina’dakiler gibi). Dövüşmeden İslâm’a ka­tılıp aynı zamanda Hıristiyanlık’tan ve Bizans imparatorluğu’ndan ayrıldılar. Gerçekten ilk halifeler döneminde Süryani kilisesi hiçbir işkenceye ma­ruz kalmadı. Patrikler de uzakta yaşa­yıp Malatya’da oturmuşlardı. Örneğin, Elie (709-724) Antakya sınırında bir kilise inşa edebilme izni aldı. Ama oralarda kalabilme izni alamadı.

Ancak Süryani kilisesi bilinen düze­ninden vazgeçmedi. Eğer iç savaşlar ve dinî akımların problemleri ile daha az sarsılmış olsalardı, Suriye Monofizitleri de Mısırlı dindaşları gibi belki de da­ha geniş bir korumayı hak kazanacak­lardı.

Kaynak: L’Eglise Byzantine De 527 A 847, Le R.P.J. Pargorie, Paris,1923

Der Zafaran Tarihi

Der Zafaran Manastırı bir tepenin yamacında güzel ve sağlam bir ko­numdadır. Arka tarafında yüksek ka­yalara eski mezarlar oyulmuştur. Ermenilerin pagan dönemine ait olup doğuya bakar. Güney platosundan Sincar Dağı’na ve güneydeki büyük çöle kadar geniş bir görüş alanına sa­hiptir. Kilise mimarisi olarak Doğu’daki Yunan dinî kurumların kurucusu İmparatoriçe Helena devrine aittir. Kili­senin yan tarafında eski orijinal mima­riden sadece pagan dönemine ait gü­neşe tapma anıtı iyi durumdadır. Er­meni Arevortik (Güneşoğulları) tapına­ğıydı. Manastırın tarzı aşırı yüklü ve yozlaşmış korint üslubudur. Kemerler ve sütunlar Yunan haçı şeklinde birbir­lerine karşı inşa edilmişlerdir, çok iyi durumda bulunmaktadır­lar. Kilisenin içini süsleyen Bi­zans stili havarilerin freskleri iyi durumdadır.

Der Zafaran Manastırı Aziz Ananya Kilisesi mihrabında İn­cil’de vahiy 1 ve 8’den alıntı Yu­nanca A (alfa) ve Ѡ (omega) harfleri bulunmaktadır. Ancak şimdi kilise olarak kullanılan bö­lümde, sütun hiç var olmamış gi­bidir. Kapılar, giriş, pencereler ve dış cephenin tümü aynı tarz­dadır . Ancak bina o ka­dar çok onarım görmüştür ki ek­lemelerin yanında eski orijinal mimariden çok az iz kalmıştır. Manastır kare bir avludan ve çevresindeki hizmet birimlerin­den ibarettir. Üst galeride rahip­lerin odaları bulunmaktadır. Kilimler ve yastıklar yöre üslubuna göre döşenmiştir. Manastır yüksek bir taş duvarla çevrilmiştir. Demir plakalarla kuvvetlendirilmiş küçük bir giriş kapısı da çok iyi korunmaktadır. Din görevli­lerinin aileleri manastırda yaşarlar.
Bu manastırda gördüğüm kitaplar arasında Süryani dilinde bir dua kita­bı kopyasındaki (Gospels) geniş ve güzel yazım tarzına ve kullanılan ince sağlam parşömene hayran kalmış­tım. İncil’i yazan Evangelist’lerin port­releri ve bölüm başlıkları zengin renk­lerle boyanmış ve süslenmişlerdi. Ki­tabın sonundaki tarihe göre M.S. 1150 yılında Der Zafaran Manastı- rı’nda yazıldığını öğrendim. Kitabın yazı başlıklarındaki kitap kadar eski ve kısa notlar da Grek (Yunanca) di­linde idi. Bu da o asırda buradaki ra­hiplerin Bizans olduklarını göstermek­tedir. 1876 yılında Patrik IV. Bodrus döneminde ikinci kat, ilaveleri ve giriş eyvanı Mardinli Ermeni asıllı ünlü mi­marbaşı Sarkis Elyas Lole (Levon) ve kalfa Abdülmesih Asil (Ahmandakno, Asse) tarafından yapılmıştır. Bugünkü görünümü bu ilavelerden sonra ka­zandırılmıştır.
Not: Der Zafaran Manastırı’nın Sür­yaniler tarafından satın alındığı kay­naklarda mevcuttur. Nitekim kimler­den satın alındığı açık değildir. 1903 yılında Süryani Patriği Abdülmesih ta­rafından manastırdaki Bizans freskle­ri silinmiştir.

Kaynak: Travels in Mesopotamia,b y J.S., Buckingham, Cilt 1, Londra, 1827.

Süryanilere ilişkin bir istatistik

Mgr. Abdullah Şatluf
Homs Patriği
Yakubilerin birliğe dönüşü
Yakubi Süryani Abdullah Şatluf, 1901’de Londra’ya gider ve Kraliçe Viktorya’nın huzurunda saygıyla karşı­lanır. 0 dönemde siyasî bir Anglika­nizm’e, dolaylı olarak İngiliz etkisine yaklaşmak amacındadır. Yakubiler, Hı­ristiyanlığın kayıp çocuklarıdır. Sürya- nilerin yoksulluğu ve ruhanilerin peri­şanlığı, yaşam zorluklarına çare bul­mak için, önce Katolik mezhebi lideri ile görüşmek üzere Roma’ya ardından da Doğu’nun yardımsever koruyucusu Fransa’ya gitme gereğini duymuştu. Kraliçe Viktorya ve Papa’ya sunmak
üzere hazırladığı, dünyadaki Yakubi- Süryani nüfusu istatistiği aşağıdadır:
Dünyada Asuri-Süryani Nüfusu
Suriye 2000
Cebel-i Tur 5000
Mayfarkin Diyar. 4560
Mardin ve 8 kaza 2000
Musul ve havalisi 1000
Urfa Hısm Mansur 600

Hindistan Malabar 15160 50.000 (Irksal olmayıp yalnız Asuri Süryani mezhebi-
ne aittirler).

Yekûn: 65160 aile

Kaynak: Revue D’Orient, La terre Sainte, L’Orient Chretien, Paris, 1901-1902, s. 351

NOTLAR

1 Arami dilinin kökenine baktığımızda, Arap­ça’ya oranla, İbranice’ye daha yakın olduğu­nu görmekteyiz.
2 Aramice Hz. Isa devrinde konuşulan Ibrani- ce’nin bir kolu idi. Batı Süryanileri Türkler- den önce Bizans uyrukluydu. Dinleri Doğu Hı­ristiyanlığının temeli olan Antakya kilisesi ri- tidir. Ortadoğu’da İslâmiyet’in belirmesi ile (VII-XI1) Antik Siri dili yerini zaten aynı köken­den gelen Arapça’ya bırakır. Kelime hâzine­sinde Ermenice sözlere rastlanmaktadır.
3 Türkçe’nin ağır bastığı bir Arap diyalekti.
4 Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Yakubi Süryani Patrikhanesi yaraşıra, Ermeni Kato­lik Patrikhanesi (Lübnan’a), Keldani Katolik Patrikhanesi (Bağdat’a), Süryani Katolik Pat­rikhanesi (Lübnan’a) ve Nasturi Patrikhanesi (Amerika Birleşik Devletleri’ne) de Türki­ye’den ayrıldılar.
5 AvrupalI tarihçiler Ortodoks Yakubiler ve Nasturiler diye ikiye ayırmakta ve Yakubiler için Batı Süryanileri, Nasturiler için Doğu Süryanileri deyimini kullanmaktadırlar.
6 Mardin’de Yazışma, 20.02.1817, Londra’ya rapor, s.24.
7 Neşid Hakkı, Vakit Dergisi, 10 Mayıs 1925.

KAYNAKLAR

A. F. Büsching, Büyük Dünya Tarifnamesi, 23
cilt, Brünn Joseph Gerog Trabler’de F.A. Schraembl Yayınevi. 1787.
Van Ewald Banze, Die Türkei-Eine Moderne Ge-
ographie, Berlin-Hamburg braunschweig, 1919.
– Muhasebe-i Vilayet-i Diyar-i Bekr ve Arab ve Zü’lKadiriyye Defteri (937/1530) I. TC Baş­bakanlık Devlet Arşivi, Ankara, 1998.
Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, Paris, 1891, cilt 2, s.508-519.
Dr. Haşan Şamaysani, Medinet Mardin, Arapça, Beyrut, 1987.
Prof. Dr. Yavuz Ercan, OsmanlI Yönetiminde Gayri­müslimler – Ankara, 2001, Turan Kitabevi.
H. Esra Danacıoğlu, OsmanlI Anadolusunda Ang- lo-Sakson (Protestan) Misyoner Faaliyetleri (1816-1856), İzmir, 1993, doktora tezi, Do­kuz Eylül Üniversitesi.
Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi (1608- 1619), İstanbul, 1964, Edebiyat Fakültesi Yayınları, s. 100-101.
B. Murat Özdemir, Yezidiler ve Süryaniler, İstan­bul, 1988, Ekim Yayınları.
Kara Amid 2, 3 yıl 2-4, sayı 1956-1957-1959, İstanbul, 1960, Işıltan Matbaası.
Armenia Opera Guiseppa Cappeletti 2, Finenze, 1841.
Les Missions Catholiques l’oeuvre de la propa- gation de la Foi 1874, Lyon Paris, Brüksel.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyolojisi, Timaş Yayınları, İstanbul, 1997.
Aziz Koluman, Ortadoğu’da Süryanilik, 2001, Avrasya Yayınları, Ankara.
Hüsik Gülyan, Mardin Tarihi, eiyazma, Ermenice, Viyana, 1898.
Ernst Honigman, Prof. Dr. Fikret Işıltan, Bizans
Devleti’nin Doğu Sınırları, Edebiyat Fakülte­si. İstanbul, 1970.
Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan, Belge Yayınla­rı, İstanbul, 1992.
Stimme des Tur Abidin, yıl 5, Mart 199, Linz.
Lammens H., Islâm Ansiklopedisi, Suriye Mad­desi, S.51.
Honigman E., İslâm Ansiklopedisi Malatya mad­desi, s.238.
Honigman E., İslâm Ansiklopedisi Rum Kale, maddesi s.777.
Darkot B., İslâm Ansiklopedisi, Resulayn mad­desi, s.695.
Lammens H., İslâm Ansiklopedisi, Cüzzam mad­desi,
Lammens H., İslâm Ansiklopedisi, Lahim mad­desi.
Gabar Çiyan, Süryani Keldani Tarihte Asur ve Kürd Müziğinin Karşılaşması, Bet Prasa-pro- so Nisibin Yayınları, 1993.
Ord. Prof. Şemsettin Günaltay, Yakın Şark Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1949.
Hanna Dolapönü, Metropolitan of Mardin, Yayın­layan; Mar Gregoryos johanna İbrahim, Met­ropolitan of Aleppo, Suriye 1999, Baskı; Si- dami Printing-House-Şam-Suriye.
Yeni Mardin Gazetesi, 16 Mayıs 1958 – Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi, Mardin’de Sürya­ni kiliselerinin ve bazı emlakların zilliyetten tapulaşması ilanıdır (örnektir).

Not: Fransızca, İngilizce ve İtalyanca çevirilerin­den dolayı Arusyak Özfuruncu’ya teşekkür ederim.

Kaynak: mamasyria.blogspot.de