YAŞAR BATMAN: EZİDİ KÜRTLERİN ÖLÜMSÜZ AZİZESİ, BEGE

Dinsel yönden alt kültür olarak değerlendirilen Urfa (Y)ezidilerinin, devlet ve toplumsal çoğunluktan kendi kültürel kimliklerine gelen her türlü baskıcı dayatmalar karşısında, dinsel kimliklerini koruyup koruya­madıkları, korumuşlarsa bunu nasıl başarmış olduklarının belirlenmesi sorunundan yola çıkan bu sözlü tarih çalışmasında, Urfa (Y)ezidilerinin yaşadıkları acıları gün yüzüne çıkarılarak, devletin ve çoğunluğu oluştu­ran Sünni Müslüman toplumun bu konudaki sorumluluklarının bilincine varmalarının sağlanması, ardından da devletin geçmişiyle yüzleşerek öz eleştiri yapmasının gerekliliğinin ortaya konması amaçlanmıştır.

Aynı zamanda bir Etnoğrafi çalışması olan bu araştırmada sözlü tarih teknikleri kullanılmış, sözü edilen coğrafyada yarı Müslüman-yarı Ezidi olarak yaşayan Kürt köylerinden derinlemesine mülakat ve görsel antro­poloji teknikleriyle bilgi toplanmış, çeşitli tarihi belgelerle birlikte bazı resmi belgeler de incelenmiştir. Kaynak kişilerle yapılan görüşmeler tüm konuşmalar görsel kayda alınıp, çözümlenmiştir. Bu çalışmada Ezidi Kürt halkının kullandığı birçok halk edebiyatı türü içinde sadece efsaneleştir- me-mitoslaştırma olgusu incelenmiştir. Efsaneleştirme sürecinin incelen­mesinde sözlü tarih çalışması teknikleri kullanılmıştır.

Çalışmada, Ezidi halk arasında ‘Bege’ olarak anılan, 1894-1958 tarihleri arasında Urfa ili Suruç ilçesi Mishacerk köyünde yaşamış olan Dına aşire­tinden Bege Samur adlı Ezidi Kürt bir kadının, başta kendi aşireti ve diğer Ezidi aşiretler tarafından efsaneleştirilmesi olgusu, toplumsal hafızanın po­litikaları üzerinden ve sosyolojik olarak yeniden ele alınarak irdelenmiştir.

Mit, Mitos

Orhan Hançerlioğlu, efsaneyi, ağızdan ağza anlatılarak sürüp gelmiş bulunan olağanüstü nitelikli öykü şeklinde tanımlarken gerçekte masal anlamını dile getirdiğinin altını çizer. Batı dillerindeki karşılığı myht söz­cüğü, Yunanca söz ve öykü (hikâye) anlamlarını dile getiren myhthos sözcüğünden türetilmiştir. Efsane deyimi genelde gerçek bir olayın ola­ğanüstü anlatılışı için kullanılır demektedir.

Efsaneler kısa olmakla beraber olayları derinlenmesine ve çok yönlü aktarmaya çalışırlar. Bazı efsaneler -Bege efsanesinde olduğu gibi- tarihsel gerçekleri olabildiğine kendi içinde taşır. İçinde abartı yer alsa da, bazı ef­sanelerden yola çıkarak, o tarihsel gerçeğin bulguları elde edilmiştir. Ef­saneler oluştukları dönemlerdeki ekonomi-politik gerçekleri yansıtmak is­temişlerdir. Daha doğrusu, o dönemin düşünüş biçimini, değer yargıları­nı yansıtmaktadırlar. Efsaneler, bir inancın ürünü olarak görüldükle­rinden olacak anlatıldığı topluluklarda ‘‘gerçek’’ ve ‘‘kutsal’’ olarak kabul görürler. Efsaneler (anlattıkları olayın) ‘nasıl’ olduğuna anlam bulurken, bazen de ‘‘niçin’’ sorusuna yanıt ararlar. Efsaneler inanca seslenmelerin­den dolayı toplumların özlemlerini, korkularını, umutlarını, dünya görüş­lerini kısaca doğalarını öteki halk edebiyatı türlerinden daha keskin anlatır. Ayrıca efsanelerin o dönemdeki halkın inançlarını yansıtırken dinsel-tarihsel ve toplum-tarihsel bilgi değeri taşıdığını, belli bir konudaki inancı (örneğin dinsel inancı) kuvvetlendirmek ve olabilecek tehlikelere karşı uyarmak istenildiğinde anlatıldığını belirtilmektedir.

Yezidiler ve Bege Samur

Binlerce yıldır azınlığın azınlığı, ötekilerin ötekileri, Kürtlerin Kürtleri olarak yaşamak zorunda kalan, hiçbir zaman sistemle işbirliği yapan Kürtlerden olmayan Ezidi Kürtler için 19. ve 20. yüzyıl, aynı yüzyıllar içinde soykırıma uğramış ya da sürgüne yollanmış birçok halk gibi tarih­lerinde karşılaştıkları vahşetlerin en büyüklerini yaşadıkları yüzyıllar oldu. Ezilen tüm bu halkların benliklerini korumak ve ayakta kalmak için geliş­tirdikleri en güçlü savunma mekanizmalarından biri olan, ortak toplumsal bilinçte olayları estetize ederek, sözlü halk edebiyatı aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarma eyleminin, Ezidi Kürtler tarafından hangi formatlarda kullanıldığının saptanması amacıyla yapılan araştırmaların sonucunda rastlantısal olarak ortaya çıkmış bir çalışma, bu. Soykırıma uğrayan, zo­runlu göçe tabi tutulan birçok halk gibi, Ezidi Kürtler de, hiçbir yerde kaydı bulunmayan tarihlerini gelecek kuşaklara sözlü halk edebiyatı ile ak­tarma yolunu seçmiştir.

Mitoslaşacak bireyler üstlendikleri tarihsel görev ve işlevin asla bilincinde olamazlar. Aslında kaderleri bellidir.

Urfa’nın Suruç ilçesi ve kırsalındaki aslen Ezidi olan Dına aşireti, yüz­lerce yıldır süre gelen Ezidi Kürtlerin İslamlaştırılması politikalarına 20yy’ın hemen başlarından itibaren daha da şiddetlenerek maruz kalır. Ta­rih boyunca süre gelen bu politikalar sonucunda Ezidiler katledilmiş, katle- dilmeyenler de köle olarak kullanılmıştır. (Tarihi Belge 5 (BOA., HAT.367/20475B)),(Başbakanlık Arşivi İrade Koleksiyonu’nun Meclis-i Vâla bölümünde 2961 nolu dosyada kayıtlı bulunan yazışmalar.) Ardından özellikle 1. Dünya Savaşı öncesinde doruk noktasına çıkan Müs- lümanlaştırma sürecinde Urfalı Ezidi Kürt halkı inanılmaz acılar yaşar. Osmanlıdaki birçok azınlığın ulusallaşma sürecini yaşadığı bu dönemde 2. Abdülhamit, Kürt halkını da potansiyel tehlike olarak görmeye başlar. Ar­dından birçok Feodal Kürt beyliğinin ortadan kaldırmayı amaçlar ve bu doğrultuda politikalar oluşturur. Kahramanımız Bege’nin aşiretinin bağlı olduğu Berazan Kürt Federasyonu (BKF)’da bu saldırgan politikalardan nasibini alır. Bu Kürt birliğinin 1840 yılında hukuki varlığı­na son verilmesi sürecinde ve 1890-1914 yılları arasında da Hamidiye Alayları aracılığıyla Berazanlar içerisindeki Ezidi Kürtlerde kitlesel olarak İslamlaşma yaşanır. Söz konusu coğrafyada birçok Ezidi Kürt, Sünni Müs­lüman olmak zorunda kalır. Bütün bu gelişmelere rağmen Bege, bu asimi­lasyon politikalarına bireysel bir başkaldırıda bulunma cesaretini gösterir. Ve Müslüman olmayı ret eder. Yaşamının ilk 55 yılını geçirdiği Suruç’un Mishacerk (Türkleştirilmiş adı Gölen) köyünde, başta birinci dereceden ak­rabaları ve diğer Ezidi Kürt köylülerinin Sünnileşmesine rağmen kendisi Ezidi kalmakta direnir. Bu direnişinin bedelini, akrabaları ve köylüleri tara­fından aşağılanma, dışlanma, dalga geçilme ve hatta köy çocukları tarafın­dan taşlanmaya kadar değişen biçimlerde yaptırımlarla karşılaşmakla öder. Yine de dininden dönmez. Mishacerk köylüleri, Suruç’un tüm köyleri ve Suruç’taki tüm Kürt halkı tarafından Suruç’un son Ezidisi olarak tanınma­ya başlanır. Gerek Müslümanlaşmış kendi aşireti ve gerekse yeni Müslümanlaşan diğer Ezidi aşiretlerinin önde gelenleri son çare olarak Bege’ye bir servet değerinde kilolarca altın sunmayı planlarlar. Bunun için yörenin en zengin aşiret reislerinden biri olan Hacnebi, Bege ‘yi bir gün evine davet eder. Bege eve geldiğinde “Bak bu kızım Ayşan. İki kolu bileklerinden omuzlarına kadar altın dolu; boynunda da kilolarca altın kolye var. Eğer Müslüman olur ve şahadet getirirsen bu altınların hepsi senindir” der. 1929 tarihli kapitalizmin ilk küresel krizinin söz konusu coğrafyada etkisinin insafsızca hissettirdiği bir döneme denk gelen bu süreçte Bege, önerilen ser­veti ret eder. Ertesi gün bu olay 1930’lu yılların Suruç ve Viranşehir ilçele­rinde, Urfa’nın merkezinde ve daha sonralarıysa Suriye ile Irak’ta yaşayan Ezidilerin yaşadığı yörelerde duyulur. Anılan bu Kürt coğrafyasında Bege, birden bire bir halk kahramanı ilan edilir. Söz konusu coğrafyadaki Ezidiler, görünüşte İslamlaşmış olsalar da içten içe Bege’ye büyük bir saygı beslemeye başlarlar. Bege ‘nin kahraman ilan edilmesinin ardından Dına aşiretinden birçok erkek Bege’ye evlenme teklifinde bulunur. Bege, kendi­sine talip olan aşiretin erkeklerine, ‘Sizler Müslüman oldunuz. Ezidilikte Müslümanlarla evlenmek günahtır. Ezidi bir kadın sadece kendi aşiretinden erkeklerle evlenir. Benim Ezidi aşiretim olan Dına aşireti ne yazık ki Müslümanlaştı. Bu durumda ölene kadar evlenmeyeceğim’ der. Ve gerçekten kız oğlan kız ölür. Bege’nin bakire olarak ölmesi söz edilen çoğrafyada azizelik makamına yükseltilmesine yol açar. Ardından da günümüze kadar ge­lecek olan, ağızdan ağza anlatmalarla Bege efsaneleştirilir.

Bugün Bege Samur’un efsaneleştirildiği Kürt coğrafyasında Ezidi Kürtler, çarşamba ve cuma günleri. Bege’nin mezarına gökten ışık (nur) indiğini gördüklerini söylemektedirler. Hasta olan Ezidi ve Sünni Kürtler Bege’nin mezarındaki toprağı tewerik -Kürtçede şeyhlerin tedavi etme reçetesi- niyetine alarak onu suda eritmekte ve bu suyu içerek iyileşecek­lerine inanmaktadırlar. Herhangi bir konuda söylediklerine inanılmayan Ezidi bir Kürt ‘Bı sere tırba Bege be. Rasti dı bejim’ (yani Bege’nin me­zarı üzerine yemin ederim ki doğru söylüyorum) şeklinde yemin ettiğin­de akan sular durmakta ve herkes onun doğru söylediğine inanmaktadır.

Bulgular ve Tartışma

Urfa İli Suruç ilçesi ve kırsalında aslen Ezidi olan Dına aşiretinin 1. Dünya savaşının hemen öncesinde kitlesel olarak İslamlaşma yaşadığı bu araştırmada köylü tanıklıklarından elde edilen ilk bulgudur. Söz konusu coğrafyada Ezidi kültürünün, Dına aşiretinin de mensup olduğu Suruç Merkezli Berazan Kürt Federasyonu’nun Osmanlı tarafından 1840’ta hu­kuki varlığının sona erdirilmesi ve 2. Abdülhamit’in 1890’lı yıllarda söz konusu coğrafyada hamidiye alaylarını kurmasıyla ikinci derecede varlığı­nı sürdüren aşiret bağlarını (Berazanları) siyasi olarak tamamen ortadan kaldırması ve ardından da TC’nin Ezidi kültürünü yok sayma politikaları sonucunda tarihten nerdeyse tamamen silindiği elde edilen bir başka bul­gudur. Berezan Kürt Federasyonu içinde yer alan Ezidi Kürtlerin 2. Abdülhamit’in panislamist politikaları ve Ermenilere yönelik tutumu sonu­cunda içlerine kapandıkları, toplumda kendilerini iyice gizlemeye çalıştık­ları yapılan antropolojik araştırmalar sonucunda elde edilen bir başka bulgudur. Alan çalışması yapılan coğrafyadaki yarı Ezidi-yarı Müslüman Kürt köylülerinin, 1894-1958 tarihleri arasında söz konusu coğrafyada Dına aşiretine mensup, Ezidiliği açıkça yaşayan son Kürt insanı olan Bege Samur’u, gizemleştirerek yücelttikleri (mystifikasyon) yani efsane­leştirdikleri belirlenmiştir. Araştırma da elde edilen belki de en önemli bulgunun Bege Samur’un mitoslaştırılmasının, içişlerinde serbest dış işle­rinde Osmanlıya bağlı Berazan Kürt birliğinin Osmanlı tarafından bir tehlike olarak algılanması ve bu birliğin ortadan kaldırılması, 2. Abdül- hamit’in söz konusu coğrafyada varlığını ikinci derecede sürdüren Berazan aşiret birliğini Hamidiye alayları aracılığıyla yok etmesi ve TC’nin Ezidi politikalarına paralel geliştiğinin belirlenmesi olduğudur.

Mitoslaştırılan Bege Samur’un yaşamıyla ilgili bilgi almak için konuşu­lan birçok Kürt köylüsünün, Bege Samur’un adını duyar duymaz ‘öteki olmaktan kaçınma’, bu eğilimin hemen ardından da daha eski bir hafızayı canlandırma girişiminde bulunarak kapitone noktaları oluşturma refleksi gösterdikleri gözlemlenmiştir. Ayrıca bu köylülerin toplumsal hafızaların­da ilahi adil bir adaleti arandıkları da belirlenmiştir. Bu köylülerin Ezidi kimliklerini bir tür mistifikasyonik halüsinasyonlarla bastırılmış hafızala­rında korumaya kalktıklarının ortaya çıkarılması elde edilen başka bir bul­gudur. Çalışmanın belki de en ilginç bulgusu politik olarak toplumsal ha­fızadan yok edilmek istenen (Y)ezidi dininin birçok maddi görüntüleri, söz konusu değerin yerine ikame edilen/ettirilen İslami değerlerin maddi ve görsel görüntüleriyle yan yana geldiğinde/getirildiğinde bireyin bilin­çaltı duygulanımının, karşı karşıya gelen bu iki değerden hangisinin birey için daha önemli olduğunu gösterdiğidir. Ortaya çıkarılan bir diğer bulgu da bastırılan değerlerin maddi görüntüleriyle karşılaşıldığında bu değerleri bastırmış olan bireylerin, yaşadıklarına anlam yükleme eyleminde bastırıl­mış zihnin konuştuğudur. Alan çalışması yapılan coğrafyadaki Ezidi kö­kenli Kürt köylülerinin toplumsal hafızalarıyla ilgili deneyim alanı ve bek­lenti ufku olmak üzere iki boyutun varlığı da tespit edilmiştir. Deneyim, köylülerin beklenti ufkunda bir anlam kazandığında politik bir önem ta­şımaya başlamış ve toplumsal hafızada bir yer edindiği de saptanan başka bir bulgudur. Tüm bunlara görüşme yapılan birçok Kürt köylüsünün gö­rüşme boyunca korkuyla karışık bir çekingenlik ve bunlara eşlik eden ür­keklik duygulanımları içinde oldukları da eklenmelidir.

Mitoslaştırılan Bege Samur’un yaşamının ilk 55 yılını geçirdiği köy olan Mishacerk köyünün adıyla, bu köyün bağlı olduğu ilçe olan Seruç’un adlarının Türkçeleştirilerek değiştirildiği de belirlenmiştir. Bege Samur mitosunun yarı Ezidi-yarı Müslüman Kürt halkının toplumsal hafızala­rında anonim olarak yazıldığı ve bu mitosa kuşaktan kuşağa aktarımlarda yeni eklemeler yapıldığı da elde edilen bulgulardandır. Bu mitosun baş­langıcı Bege Samur’un yaşamının ilk 55 yılının geçtiği Mishacerk köylüle­rinin toplumsal hafızalarında, finalininse öldüğü köy olan Viranşehir oğ- lakçı köylülerinin toplumsal hafızalarında yazıldığı/yazılmakta olduğu be­lirlenmiştir. ‘Yazılmakta olduğu’ ifadesiyle bu mitosun oluşum sürecinin devam ettiğinin altının çizilmesi amaçlanmıştır. Mitosun bir bütün olarak Kürt halkının toplumsal hafızasında henüz yer edinmemiş olması da dik­kat çekici bir bulgudur.

Söylediğine inanılmayan 60 yaş ve üstü Ezidi kökenli yarı Ezdi-yarı Müslüman Kürt köylülerinin ‘Be sere Bege’, yani ‘Bege’nin başına olsun ki’ şeklinde yemin ettikleri belirlenmiştir. Bu insanlar yemin etmek zo­runda kaldıklarında ‘Bı Sere tırba Bege be. Restidıbejim’, yani Bege’nin mezarı üzerine yemin ederim ki doğru söylüyorum şeklinde de yemin et­tiklerine tanık olunmuştur.

Urfa ve kırsalında yaşayan 60 yaş ve üstü Ezidi kökenli yarı Müslümanlaşmış Kürt köylüleri yemin etmek zorunda kaldıklarında neden ‘vallahi ve billahi’ dememektedirler. Kendileri nispeten Müslümanlaşmış olmalarına rağmen neden Ezidiliğini açıkça yaşayan Suruç’un son Ezidi Kürt insanını mitoslaştırmışlardır? Ve neden bastırılmış bellekleri konuşma fırsatı bulduğunda sürekli olarak Ezidiliği yüceltme pratikleri yaşanmaktadır? Bu so­ruların yanıtı kanımca İslamı özgür iradeleri ile seçmemiş olmalarıdır. Üs­telik bu insanlar İslam olduklarını söyleseler bile bastırılmış belleklerinde Ezidi inancı dipdiri kalmıştır. Sayıca az ve siyasi olarak çok güçsüz olmala­rı nedeni ile zorunlu olarak Müslümanlaştıkları/ Müslüman’mış gibi gö­züktükleri ileri sürüle bilinir. Gerek etnik gerekse dinsel azınlıkların resmi tarih karşısında varlıkları yok sayıldığından, bu azınlıklar ulusal tarihlerini sözlü edebiyat aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarma yoluna gidebildikleri düşünüldüğünde, Urfa’lı Ezidilerin ulusal tarihlerini gelecek kuşaklara ak­tarma için Bege mitosunu üretmek zorunda kaldıkları iddia edile bilir. Devletin baskıları sonucunda dinsel kimliklerini inkâr etmek zorunda ka­lan bu insanlar, Ezidi inançlarını toplumsal hafızalarında sözlü edebiyat aracılığıyla korudukları çok rahat iddia edile bilinir.

Sonuç

Araştırmada Ezidi Kürt köylülerin toplumsal hafızalarının Ezidi Bege için ilahi adalet istediği, Bege’nin masum olduğunun anlatılmaya çalışma­sı şeklinde formatlanmıştır. Mitoslaştırma toplumsal hafızanın kendini ortaya koyduğu bir düzlemdir. Bu araştırmada ortaya çıkan en belirgin sonuçlar, Ezidi Kürt köylülerinin Bege’nin ölümüyle yüzleşme ve başa çıkma biçimleridir. Özellikle Bege’nin beklenenden çok erken ölmesi bu kaybın acısını kat be kat arttırmaktadır. Bu öyküleme de iki odak vardır. İlk odak Günahsızlık- ki beyaz elbise ile ifade edilmektedir- ve ikinci odak bu günahsızlık sonucu artan acıyla başa çıkma çabaları. Bu acıyla başa çıkma gizemleştirerek yüceltmeye (mystifikasyon) başvurmayla gerçek­leşmektedir. Acı ve çaresizlikle başa çıkmanın yolu, Bege’nin ölümünün tinsel olarak yüceltilmesi ve kutsallaştırılmasıdır.

Köylülerin vicdanlarında Bege suçsuz ve masumdur. Buna rağmen haksızlığa uğramıştır. Toplum Bege konusunda adil bir adalet sağlaya­mamıştır. Bunun telafisi yoluna gidilmektedir. Ahıska, Vezetti’nin top­lumsal hafızayla ilgili iki boyutunu ‘Deneyim alanı ve beklenti ufku’ ola­rak tesbit ettiğini belirtiyor. “Deneyim, toplumun beklenti ufkunda bir anlam kazandığında politik bir önem taşımaya başlar ve toplumsal hafı­zada bir yer edinir”. Burada deneyim alanında beklenti ufkunun an­lamı iki kısımda toplanmaktadır. Bege’nin masum olduğu ve bu masumi­yete rağmen ona yapılan haksızlıkların cezasız kalmamasının istenmesidir. Yarı Ezidi-yarı Müslüman Kürt halkı gerçek adalet istemektedir.

Bazı köylü tanıklıklarında öteki olmadan kaça refleksi ve geçmiş bir ya­şantıyla kapitone noktaları oluşturmaya çalıştıkları belirlenmişti. Zizek’in, kolektif suçluluk duygusunun gerçekle bağdaştığı noktada yaşanan keskin sarsılmayı, ‘öznenin tam kalbindeki, simgeleştirilemeyen, her türlü anlam­landırma işleminin bir artığı, kalıntısı olarak üretilen bir gerçek noktası’ olarak yorumlamaktadır. Bu noktayı bir ideolojik sistem, bir söylem çer­çevesi Kapitone Noktası olarak adlandıran Zizek, “Gösterenin gösterilen­ler kümesine bire bir tekabül etmediğini, gösterenin daima yüzergezer ol­duğunu” belirtmektedir. Oysa anlaşılabilmek için belli söylemler içinde gösterilenleri, tabiri caizse, raptiyelemek gerekir… belirli çöküntü noktala­rı, sabitlik alanları oluşturur ki, anlam dediğimiz şey ancak bu noktaları re­ferans olarak ortaya çıkara bilir… Bu noktaya points de capiton, kapitone noktaları adı verilir. Kapitone noktaları, dilin yüzeylerinde yaratıkları örüntüyle bir ideolojik sistem, bir söylem çerçevesi oluştururlar.

Son olarak yarı Ezidi-yarı Müslüman bu Kürt köylülerinin kendi kül­türel kimliklerine yabancılaşarak yaşamalarının sorumluları devlet ve top­lumun tümüdür. Kürt açılımının tartışıldığı bu günlerde Ezidi Kürtler içinde politikalar geliştirilmek bir etik sorun olarak karşımızda durmakta­dır. Dünyadaki tüm devletler aynı zamanda Türkiye’de, egemenliği altın­da bulunan tüm azınlıkların kendi benliklerini koruma içgüdüsünden kaynaklanan her türlü toplumsal davranışın bilimsel olarak araştırılması­nın zeminini oluşturmak ve böylece kendi geçmişiyle yüzleşmek zorun­dadır. Çünkü insan haklarına saygılı, çağdaş demokratik bir devlet ola­bilmenin temel koşullarından biri de budur. Bu tutum, azınlıkların yaşa­dıklara devlete yabancılaşmalarının önünü kesebileceği gibi ülke içerisin­de yaşayan tüm kültürlerin birbirlerine empati ile yaklaşmalarının zemi­nini de yarata bilir. Bu gelişmeler farklılıkların daha fazla bir hoşgörü ile karşılandıkları modern bir toplumun doğmasının yollarını da açabilir.

Kaynak: Sait Çetinoğlu/Mahmut Konuk (Editör): Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme