BİTLİS SANCAĞI

HAYATTA KALANLARDAN ASPATUR BRUTYAN VE SARGİS GALUSTYAN’IN, BİTLİS SANCAĞININ BİTLİS KAZASINDAKİ KHULTİK KÖYÜ KATLİAMLARIYLA İLGİLİ TANIKLIĞI

[1916], Bağeş, Gultik köyü

Katliam ve son – Ğultik köyü, güneye doğru şehirden 2 saatlik yol uzaklığında, 500 hane kadar Ermeni ve Protestan (10) vardı; 2 katlı taş ev­leri, 3.500 nüfusu vardı, hepsi de medeni zanaatkâr. Zanaatkârların sa­yısı: 200 dokumacı, 150 çömlekçi, 150 bezci (11), 50 dükkân sahibi, 50 de demirci, kunduracı ve farklı mesleklerden zanaatkâr, 4 papaz, 1 vaiz, 3 öğretmen, Ermenice, Türkçe, Fransızca ve İngilizce olmak üzere 4 dilde okuyabilen 300’ü erkek, 100’ü kız olmak üzere 400 okul (12) öğrencisi. Bu­rada oturanların 100 ile 20.000 altın arası mal varlığı vardı; kilisenin mal varlığı da 50.000 altındı.

Osmanlı bütün bunlara nasıl son verdi – 1914 yılında savaş başla­dığında, Gultik’ten 20 yaşından 50 yaşma kadar olan erkekleri askere çağırdı. Köylülerin bir kısmı gitti, bazılarını da, dokumacıları ordu için kumaş dokumak ve çömlekçileri ise kaplar ve künk hazırlamak için ev­lerinde bıraktı. 1915 ’te Rus ordusu Van’a vardı. 10 Mayıs’ta [hükümet] silahları topladı, “Silahlarınızı teslim edin ki, sizden bir kötülük gel­mesin ve sizi katletmesinler, sonra” [dedi], “kral /padişah/ sizin için af çıkarmış, dünyada bir tek Ermeni de kalsa, size hiçbir şey söylemez, siz krala vergi veriyorsunuz ve sadıksınız.” dedi. Köpek Osmanlı bizi kandı­rarak, Rus şehre yaklaşana kadar, şehir ve kasabaları, köyümüzü ve Parkhand’ı, hepsini bitirdi. Köyümüze ve Parkhand’a hiçbir şey söylemediler. Sadece şehirde katliam olduğu gün köylüler korktular ve köyden kaçtılar. Kaçanlardan 50 kişi öldürüldü. Köyde kalanlara hiçbir şey söylemediler. Köyde 800 asker ve Kürt gönüllü vardı, fakat sınırın dışında binlerce Kürt vardı. Bu tehlikeden sonra 22 gün daha karanlık içinde yaşadık. 3 Temmuz’da bu bittiğinde, bir zaptiye, elinde mektupla sabah saat 8’de şehirden geldi, mektubu komutana verdi. Vali tarafından, harman yap ve hemen gel, diye yazılmış üç satırlık mektubu kendi dillerinde okudu. Komutan derhal Kürt gönüllüleri, 10 yaşından yaşayan en büyüklere ka­dar herkesi toplaması için köye dağıttı, kitaptan isimlerini okudu, eksik olmasınlar diye. Gençleri bir eve kapadı, orta yaşlıları bir eve, yaşlıları bir eve. Sözde şehre künk götürecekler diye, yanlarında halat getirme­leri talimatı vermişti. Başladılar önce gençleri soyup 50’şer kişi halinde bağlamaya. Askerler ve Kürt gönüllüler atlarına bindiler, hepsini alıp kö­yün yarım verst uzağına götürerek kurşuna dizdiler. Bu şekilde 50 kişilik grupları iki saat içinde öldürdüler.

Erkekleri getirdiklerinde, komutan atına bindi, köyden gitti ve Kürt­lere talimat vererek şöyle dedi: “İşte, sultanınız sayesinde, içindeki her şeyle birlikte bu köyü size verdim, istediğinizi yapın.” Binlercesi vahşi hayvanlar gibi kadın ve çocukların üzerine saldırdı, yağmalayıp öldürdü, evleri yaktı ve güzel kadınlar ve çocukları kendilerine aldı. Bazıları kaçıp saklandı, onlar da açlıktan öldü. Katliam esnasında 2 erkek ve 1 kadın kendilerini boğdu; 2 kadın ve 1 çocuk kendilerini köprüden attı. 1 kadın öldü; 2 yaşındaki oğlu yanı başında durdu ve annesine seslendi, annesin­den ses çıkmadı. Oğlan ağlamaya başladı ve Kürtleri çağırdı, “Dayı, dayı, gelin, annem burada uyumuş, uyanmıyor” diye. Kürtler geldi, çocuğun annesinin öldürülmüş olduğunu gördüler, hiçbir şey söylemeden, bırakıp gittiler.

Son kurtulan Sımbat Martirosyan şunları anlattı: “Kürtler bizi kendi köylerine götürmüşlerdi. Bir süre sonra köye döndük ve bir eve girdik. Yatak seriliydi, kenarından kaldırdım, baktım ölmüş ve kokmuş 1 ka­dın, küçük bir oğlan çocuğu bir yanında yatmış, küçük bir kız da diğer yanında. Seslendim, ses çıkmadı, bir daha ses verdim, ben Ermeni’yim, korkmayın, dedim, kız gözlerini açtı, baktı ve kalktı, fakat oğlan ölmek üzereydi, Kürt ağayla birlikte bırakıp gittik. Değirmene gittik, değirme­nin aletlerini götürmek için. 4 çocuk, 2 kız ile 2 oğlan, kaçıp saklandı. Değirmenin taşlarına baktık; öyle bir yalamışlardı ki, sanki suyla yıkan­mış gibiydi. Kürt ağa böyle bir şeyi görünce ağlamaya başladı ve 4 çocu­ğu tuttu, götürüp bir ay baktı. Sonra öldüler.”

Sargis Galustyarr. Biz, 24 kişi dağa kaçtık. Kalkıp 5 gün mağarada kaldık. Osmanlı askerleri de mağaranın yakınındaydı. Bir gece vakti çık­tık, gidip tarlalardan buğday başağı toplamaya, getirdik yemek için. Ma­ğaranın etrafında ot olduğundan dolayı (13) askerler mağaradan çıktığımızı öğrendi. Gelip, ateş edip seslendiler. “Çıkın dışarı, size karşı hiçbir şeyi­miz yok.” İçimizden biri kapının yanında öldürüldü. 23 kişi dışarı çıktı, 6 kişi kaldık. Mağarada başka kimse kaldı mı diye sordular. İçerde başka adam yok, dedi çocuğun biri, babam ile 1 kişi daha kaldı, dedi. Babasını çağırdı, dışarı çıkardı. Diğer adam kaldı. Biz de 5 kişiyiz, ona söylüyo­ruz, sen git, diyor, öbürü sen git diyor; dışarı çıkmayı birbirimizin üzerine attık, nasıl olsa, hepimizi de katledecekler, olmadı. İçimizden biri, “Bana bir altın verin, ben çıkarım”, dedi. Bir altını verdik. Dışarı çıktı; yemin etti, başka adam yok, dedi. Onları götürüp katlettiler. Geceleyin kaçtık ve gelip Rus ordusuna ulaştık.

Köyümüzden kurtulanlar 30 kişiydi, 4’ü öldü. [Bazıları] gönüllü gitti, 4 daha öldü. 1916 yılının baharında, Bağeş alındığında, 5 kadın ile 10 yetim daha kurtuldu. [Başkalarının] anlattığına göre, Kürtlerin yanında daha 100 kadar kadın ve çocuk var.

Aspatur Brutyan, Ğultik köylüsü, 40 yaşında, 3 oğlundan 1 tanesi yok.

Karısı Haykanuş’un ve oğulları 10 yaşındaki Garnik, 5 yaşındaki Eduard ve 3 yaşındaki Şımavon’un esir olduklarını anlattı.

Aspatur Brutyan

EMA, fon 227, liste 1, dosya 490, yaprak 23-24 arka yüzü, orijinal, el yazısı