Josef Hasek Kılçıksız: Korkudan altını ıslatan çocuklar

1955 senesinde 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan gece, İstanbul’da yaşanan büyük yağmalama sonucunda gayrimüslim vatandaşlar maddi, bedeni, manevi zarara uğramış ve bu olaydan sonra büyük bir kısmı doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalmışlardı. 13 ile 16 arası Rum ve en az bir Ermeni vatandaşı hayatını kaybetmiş, 32 Rum da ağır yaralanmıştı.…

Talin Suciyan ile söyleşi – Kendi evinde diasporada olmak

Modern Türkiye’de Ermeniler: Soykırımsonrası Toplum, Siyaset ve Tarih kitabının teorik çerçevesini iki ana kavramla örüyorsun: inkâr habitusu ve diaspora. Bu iki ana kavramı ilgili literatürden farklı bir noktaya da taşıyorsun. Bu iki kavramın çalışmandaki önemi nedir?

Talin Suciyan: Öncelikle bu kitabı Türkiyeli okuyucuyla buluşturan Aras Yayıncılık’a ve kitabı Türkçeleştiren Ayşe Günaysu’ya teşekkür etmek isterim.…

Merve Küçüksarp: Hangi İstanbul?

İstanbul… Yalnızca üç imparatorluğa başkentlik etmiş, nice ayaklanmalar ve istilalar geçirmiş, en vahşi savaşları ve ölümleri görmüş bir şehir değil; aynı zamanda üç semavi dine ait heybetli mabetleriyle, türlü iktidar çekişmelerine sahne olan saraylarıyla, ressamlara ve şairlere ilham veren masalsı Boğaziçi’siyle, efsanevi Galata ve Kız Kuleleriyle ve Babil kulesini aratmayacak çeşitliliğe sahip sekenesiyle asırlar boyunca kendi başına bir medeniyet, adeta koskoca bir alem olmuştur.…

Ermeni hamalların yerini Kürt hamallar nasıl aldı?

‘Yok Edilen Medeniyet’ konferansının en çok ilgi gören konuşmalarından biri Hollandalı tarihçi Jelle Verheij’inkiydi. 1895’te İstanbul’da gelişen olaylar sonrası kiliselere sığınmak zorunda kalan Ermenilerin anlatıldığı bu konuşma, Verheij’in İngiltere’deki arşivlerde tesadüf eseri bulduğu bir belgeye dayanıyor. Üç Horan Kilisesi’ne sığınan bin Ermeni’nin isimleri, meslekleri, geldikleri yerin ve İstanbul’da oturdukları yerin bilgisinin olduğu bu belge, hem 1895’te İstanbul’da yaşanan önemli ama pek de bilinmeyen bir olaya ışık tutuyor hem de İstanbul’daki Ermeni mevsimlik işçilerin hikâyesini anlatıyor.…

6-7 Eylül’ü unutmuyoruz…

6-7 Eylül Türkiye tarihinin utanç sayfalarından biridir. Atatürk’ün Selanik’teki evinin kundaklandığı yalan haberleri üzerinden derin devlet eliyle harekete geçirilen ırkçı ve milliyetçi çevreler bir katliam ve yağma gerçekleştirdiler. Başta Rum yurttaşlarımız olmak üzere, Ermeni, Yahudi ve diğer Müslüman olmayan halklara yönelik bu saldırı Türkiye toplumunun ve devletinin hala hesaplaşmadığı, görmezden geldiği karanlık ve acı tertiplerden biridir.…

Sarkis Hatspanian: BU NASIL İSTANBUL, ZİNDAN İÇİNDE!

8 yıl önce alçakça katledilen değerli insanımız Hrant Dink’in mezarında kemiklerini sızlatma pahasına Kamp Armen arazisine el koyan kişi “1 ay bekleriz, çözüm bulunmazsa yıkacağız” lütfunda bulunmuşken, “100 senedir derdine çözüm arayan Ermeniler “T.C.”-yi başınıza yıktı mı peki ?” sorusunu güncelleştirmenin de zamanıdır.

“Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir” (Platon)

Sarkis Hatspanian Kamp Armen“Bu nasıl İstanbul zindan içinde, 
Kayboluverdi gecem gündüzüm,
Bu nasıl İstanbul zindan içinde
Bavo, bave…” 

Günlerdir, söz ve müziği 1915 Van yetimi soydaşımız Ruhi Su’ya ait olan “Bu nasıl İstanbul ?”

Ümit Kıvanç: Millet-i hakime’nin 6-7 Eylül’ü

Bize bebek arabası lazım değil ki. Bayrak lazım, Atatürk resmi lazım. Selanik’te “Ata’nın evi bombalandı” tezgahı çevirecek Millî İstihbarat Teşkilatı lazım. Ayağında doğru dürüst çarık olmayan köylüleri kamyonlara doldurup şehre, pırıl pırıl vitrinli dikkânlarıyla kimbilir nasıl bir şeytanî âlem kurmuş gâvurları kırmaya götüren Özel Harp Dairesi lazım. Asker vesayetine karşı ilk bayrağı açmış, fakat her nedense bir İttihatçı komitacının başkanlığında kurulmuş olan, İstanbul’u Türkleştirmek, Müslümanlaştırmak için uğraşan Demokrat Parti lazım.…

Tanıkları Samatya’da 6-7 Eylül’ü Anlatıyor

Samatyalı Ağavni Tantig anlatıyor: “Demirci Oskiyan Sokağı’nın köşesinde oturuyorduk; sonra Demirci Osman oldu adı. O gün akşamüstü sokaktan geçen bir kamyon gördük kardeşimle. Arkası adam dolu. Ellerini boğazlarının altına götürüp bıçak gibi göstererek bize işaret yapıyorlardı. Çok kondurmamış, gülüp geçmiştik.”

54 yıl önce bu günlerde Türkiye’de garip bir hareketlilik vardı. Kıbrıs’ta yaşanan olaylar yıl boyunca ülkenin gündeminden hiç düşmemişti.…