VAN VİLAYETİ

HAYATTA KALAN AZNİV ASLANYAN’IN, VAN SANCAĞININ GÂVAŞ KA­ZASINDAKİ KARÇKAN’IN KHINDZORGİN KÖYÜ [30-40 hanelik bir Ermeni köyü] KATLİAMIYLA İLGİ­Lİ TANIKLIĞI

1916, Bakü

Azniv M. Aslanyan, 13 yaşında, Karçkan’ın Khındzorgin köyünden, Bakü’deki 3 Nolu Yetimhanede.

a. Savaştan önce ailemizin üyeleri toplam (4) dört kişiydi: babam Mi­sak 35 yaşında, annem Khıçmo (30), Azniv (13), erkek kardeşim Nadro (4).

b. Bizden sadece ben hayatta kaldım.

c. Babam Misak (35) Nemrut Dağı’nda çatışmada öldürüldü.

d. Hiçbiri kaybolmadı.

e. Annem Ecmiadsin’de hastanede öldü. Erkek kardeşim Nadro ise Akhlat’ta, açlıktan.

Mayıs başıydı. Bir gece, iki genç evimize geldi; biri Muşluydu, adı Muşeğ’di, diğeri ise Kınyaz, Karçkanlı. İkisi de Türk ordusundan kaçmıştı. Babam, insan sevgisiyle onlara evimizde yer verdi. Karçkan hü­kümeti bunu duyunca, babama haber yollayıp ikisini de istedi. Babam ihtiyat olarak onları komşunun ahırına nakletti. İki gün sonra çok sayıda – atlı Kürt doldu köyümüze ve atları için zorla saman ve arpa toplamaya başladılar. Muşeğ ve Kınyaz bulunup tutuklanacakları endişesiyle ahır­dan gizlice çıkıp dağdan yukarı çıkmaya başladı. Tırmanırken, Kürtler fark etti ve arkalarına düşerek yaylım ateşi açtılar. Muşeğ hemen vuruldu, Kınyaz ise uzun süre direnmesine rağmen, Kürtler tarafından kuşatıldı ve o da öldürüldü. Bu olay esnasında erkeklerimiz silahlarını alarak Mızre köyüne çekildiler. Bu ikisinin öldürülmesi katliamın başlangıcı oldu. Kürtler köye dönerek hepimizi yağmaladılar, öyle ki, üzerimizde sadece bir don-gömlek kaldı. Biz de erkekleri takip ederek (biz kadın ve çocuk­lar 30-33 kişi) Mızre’ye çekildik ve burada Şapap Ağa’nın himayesine sığındık. Burada iki gün kaldıktan sonra Bitlis bölgesindeki Ermeni köy­lerine geçtik. Datvan’ın (Tatvan) Kıdsvak ve Dsığak köylerine (48) ulaşıp, sahildeki kayaların altına sığındık, buradan kayıklarla Van’a gitme niyetindeydik. Geceydi ve kendimizi burada güvende hissediyorduk. Sabah­leyin hava aydınlandığında, kayaların arasına saçılmış çok sayıda kesil­miş ve parçalanmış cesetlerin olduğunu gördük. Bunlar, kayıklara binip kaçmak için buraya gelen ve burada saklandıkları sırada Kürtlerin eline düşerek katledilen Akhlat ve Dsığak köylüleriydi. Bu olayı bir kaya­nın arkasında gizlenmiş olan Dsığaklı bir yaralı anlattı. Bu manzaradan dehşete kapılarak oradan kaçtık ve Akhlat’a yöneldik. Şehirden üç saat uzaklıkta, aniden Kürtler tarafından kuşatıldık. Öğlendi. 8-10 kişi olan erkeklerimiz akşama kadar çarpıştı ve mermi eksikliğinden dolayı artık dayanamayarak teslim oldu. Babam Misak 35 yaşında, bu çatışmada vu­ruldu. Kürtler başta bize çok iyi davrandı. Bizimkilerin silahlarını top­ladılar ve kendilerinin, tüm Ermeni erkeklerini Türk ameliyesi için top­lamak amacıyla hükümet tarafından gönderilmiş olduklarını belirttiler. Bizimkileri, oradaki Urtap köyünün deresinde yıkanmaya, iç çamaşırları değiştirip yola düşmeye zorladılar. Ayrılık anı acıklıydı; hepimiz ağlıyor, birbirimizden ayrılmak istemiyorduk, sanki bir kötü sezgi onları bir daha görmeyeceğimizi hissettiriyordu. Bizi zorla birbirimizden ayırdılar. Biz orada kalakaldık, erkeklerimizi ise alıp götürdüler. Küçük bir vadiye inip gözden kaybolana kadar arkalarından baktık. Beş dakika geçmeden vadiden silah sesleri duyuldu. Artık öldürülmüş olduklarından şüphemiz kalmamıştı. Bugüne kadar onlar hakkında hiçbir haberimiz yok. Kürtlerin gelip, onlar gibi bizi de öldürebileceklerinden korkarak, oradan bir solukta Akhlat’a kadar kaçtık. Yolda, Dsığak ve Kıdsvak’ın Ermeni ka­dın ve çocukları da, 30-35 kişi, bize katıldı. Şehrin biraz uzağında silahlı bir Kürt asker rastladı ve bizi koyun gibi sürerek, yol üzerindeki bir Kürt köyüne götürdü. Bu köyün yakınlarındaki bir derede, uzaktan si­yah noktalar gördük. Önce bunun bir koyun sürüsü olduğunu zannettik, yaklaşınca, öldürülenlerin cesetleri olduğunu gördük. Büyük bir kısmı çocuktu. Kürtler bizi görünce, evlerinden dışarıya döküldü ve üzerimiz­deki don-gömleği dahi çıkarmaya başladılar. Güzel gelinleri ve kızları bizden ayırıp götürdüler. Bunlar Dsığak ve Kıdsvak köylerindendi, 5-7 kişi kadar, onları tanımıyordum. Kalanları da kendi aralarında paylaştı­lar yanlarında köle olarak tutmak için. Bizimkiler hizmetçi olarak öle­siye çalışıyorlardı; örneğin annem ekmek pişiriyordu, fakat kendisine yemesi için ekmek vermiyorlardı. Hemen hemen otla yaşıyorduk. Karde­şim Nadro (4 yaşında) bu gıdasızlığa dayanamayarak açlıktan öldü. Bize verdikleri ekmek o kadar kötüydü ki, yiyemiyorduk. Bir gün, tarlada top­luca söz birliği yaptık ve geceleyin hep beraber kaçarak Akhlat’a geldik bizden 50-55 kişi. Bizi hükümet kapısına götürdüler. Orada, büyük bir hayretle bizim ve komşu köylerden birkaç erkek gördük, onları önceden asker olarak götürmüşler, başkalarıyla birlikte sıraya dizmişlerdi. İçle­rinden birini, Res Patur’un Mesrop’unu tanıyordum. Az sonra, ellerinde kazma kürekle birkaç Kürt geldi, askerlerle orada duran bir subaya bazı sorular sordular. Uzaklaştılar. Ardından bu Ermenileri bağlayıp şehir dı­şında bir yere götürdüler, bizi de birlikte. Orada, ellerinde kazma kürek, büyük bir çukur kazmış olan Türkleri gördük. Bağlanmış olanları bir yere topladılar ve yaklaşık 40 kişiyi yatırıp kamalarla boğazladılar. Sonra hep­sini hemen bu çukura doldurup üzerlerini örttüler. Gömülenlerin içinde hâlâ hayatta olanlar vardı. Oradan bizi şehre geri getirdiler ve hepimizi bir evde hapsettiler. İki gün sonra, kapımızda nöbetçi olmadığını fark et­tik. Kapıyı açıp dışarı çıktık, hiçbir Türk veya Kürt yoktu, hepsi kaçmıştı. Birkaç saat sonra Ruslar Akhlat’a girdi. Kurtulmuştuk. İki hafta sonra Ruslar aniden ricat etti. Onlarla gitmek istedik, fakat yapamadık; onlar atlıydı, biz ise zayıf ve güçsüzdük. Kürtler tekrar geldi, bu sefer daha kudurmuş ve vahşileşmiş olarak. Yakındaki dağda saklandık. Kürtler ya­kına gelmeye korkuyordu, çünkü Ruslar Ardske köyündeydi. Yanımızda çok az yiyecek vardı. Çoğunlukla otla besleniyorduk. Kürtler ellerine ge­çirdikleri kadın ve kızları, 20-30 kişiyi, evlere doldurup yaktılar (küçük kızlara pek eziyet etmiyorlardı). Ruslar, üç hafta sonra tekrar Akhlat’ı ele geçirdiler ve biz hayatta kalanlar (20 kişiden fazla değildik) kesin ölüm­den nihayet kurtulduk. Ricat olduğunda da annem ve diğer köylülerle bir­likte Ecmiadsin’e kadar kaçtım. Annem orada karın ağrısıyla hastalandı, onu hastaneye kaldırdılar, orada da bu ağrıdan öldü.

EMA, fon 227, liste 1, dosya 468, yapraklar 26-27 arka yüzü, orijinal, el yazısı